content Güney Marmara Yaşam Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni
15 Ara

“Yerel Basın Vazgeçilmezdir”

Doğruyu söylemek gerekirse, ilk kez üst düzey bir bürokrat tarafından ciddi anlamda söylenen bir söz bu; “Yerel basın vazgeçilmezdir...”

Kim söylüyor bu sözü?

Balıkesir Cumhuriyet Başsavcısı Ahmet Gökçınar.

Söyleyenin makamı ile de mütenasip bir söz.

Mesleği gazetecilik olan ve bir de yerel basında görev yapan biri için, ciddi olarak onore olacak bir söz.

Sayın Gökçınar, Balıkesir Gazeteciler Cemiyeti’ne bir nezaket ziyaretinde bulunuyor.

Kendisine yapılan hoşgeldiniz, yeni göreviniz hayırlı olsun ziyaretine, iade-i ziyarette bulunuyor.

Öncelikle şu değerlendirmede bulunmamız gerekir ki, ilimizde böylesine alçakgönüllü, böylesine mütevazi üst düzey bürokratlarımız da varmış.

İnsan bazen böyle bürokratları görünce, sevinsin mi üzülsün mü, şaşırıp kalıyor!..

Kimi bürokratlarımız bulundukları makamın, kendileri ile kaim olacağını düşünerek, “küçük dağları ben yarattım” edasıyla, herkesi ve herşeyi ayağına bekledikleri ve lügatlarında kesinlikle iade-i ziyaret diye bir kavram olmadığı için, şaşırmamak da elde değil.

Koskoca Balıkesir Cumhuriyet Başsavcısı’nın makamına gidiyorsunuz, “hoşgeldiniz” diye ziyarette bulunuyorsunuz, kendinizi tanıtıp, bir çayını içiyorsunuz ve karşılıklı görüş alışverişi yapıyorsunuz.

Sonra, o başsavcı kalkıp, sizi ziyaret ediyor...

Eh, sanırım birilerinin kulağına küpe olur.

Hani kendilerini erişilmez kabul edip de, sürekli Kabe gibi ziyaret edilmek istenenler, umarız böylesine bir mütevazilikten gerekli dersi alır.

Daha sonra, Sayın Gökçınar bakın daha neler söylüyor...

“Yerel medya, yerel sorunların gündeme gelmesi, çözüme kavuşması açısından gerçekten çok önemli. Yerel basın bana göre bürokratın da aynası. Bürokratın yaptığı iyi işler de yanlış işler de basında yer almalı. Gerektiğinde eleştirilmeli. Bürokrat da basına bakıp kendine bir sonuç çıkarmalı...”

Sayın Başsavcı sanki Samsun’dan değil de, Balıkesir’e Brüksel’den tayin olup da gelmiş!..

Belki ideali bu da, uygulaması mümkün değil söylenenlerin.

Özellikle Türkiye’de yaşıyorsanız, bu tür sözler adeta abesle iştigal sınıfındadır.

Ama keşke, sayın başsavcının dediği gibi olsa. Çünkü, bizde bürokrat denilen kişi, asla kendisine ilişilemez, kendisi ile görüşülemez, kendisinden bilgi alınamaz olmakla birlikte, dokunulmazlığı olan, kalın bir zırh tarafından korunan, devletin en ulu kişisidir.

Hele bir de üst düzey bürokrat ise aman da aman. Bırakın kendisiyle ilgili haber yapmayı, kendisine ulaşma imkanınız dahi olamaz.

O, yüce devletin koruyucusu, kollayıcısı olma sıfatıyla, kendini ulaşılmaz mevkiilerde gördüğü için, bir de yerel basın ile muhatap olup da zamanını böylesine boş işlerle asla harcamaz.

Amma velakin, kendisiyle ilgili sürekli onore edici haberlerin çıkmasını da ister. Yaptığı hizmetlerin, çalışmaların bol bol yer almasını, kendisinden övgüyle söz edilmesini de bekler.

Yalnız, tek tahammül edemediği şey ise eleştirilmektir. Ulaşılamaz konumda bulunduğu için, asla ve kat’a eleştiri yapılamaz. Yapanlara bir şekilde hadleri bildirilir.

Yaptığınız aleyhte bir haber veya karşı bir eleştiri karşısında adınızın karşısına kırmızı kalemle atılmış bir çarpı işaretini de kabul etmeniz gerekir.

Öyle ya, böylesine bürokratlar, yanlış iş yapmadıkları için de, aleyhte bir haberin veya eleştirinin muhatabı olamazlar. Olurlarsa, bilin ki gazetecinin halt yemesidir!..

Sayın Başsavcı, keşke bu dileklerinizi tüm bürokratlar duysa da, kendilerini bilseler.

Ne iyi olurdu...

(NOT: Bu yazı, kendini böyle görenler için kaleme alınmıştır. Diğerleri ise istisnadır.)

Bir garip ölmüş diyeler!..

Aslında bu yazıyı daha önce yazacaktım, ama gündemin doluluğu nedeniyle, biraz geç olmakla beraber yazmamazlık da edemedim.

Geçtiğimiz haftalarda, Erzurum’da 3 yaşındaki Sudenaz Tanhaş isimli dünya güzeli bir çocuk öldü.

Ölüm nedeni neydi biliyor musunuz? Kuduz!..

Evet evet, yanlış okumadınız, 3 yaşındaki daha sabi diyeceğimiz bir küçücük kız çocuğu, kuduzdan öldü.

Kendisini ısıran kuduz bir köpeğin gazabına uğrayan minik yavru, ailesini de perişan edip, o minicik bedeni ile bir kuş gibi bu dünyadan uçup gitti.

Daha sonraki günlerde, özellikle gazeteleri, televizyonları, internet sitelerini takip ettim.

Acaba, bu minicik Sudenaz’ın kuduzdan öldüğü ile ilgili birileri üzüntülerini bildirip, ailesine başsağlığı dileyecek mi diye...

O kadar yoğun takip etmeme rağmen, bir türlü göremedim.

Ve, çok ilginçtir ki minik Sudenaz’ın ölümünün hemen ertesi günü, Türkiye’nin çok bilinen ve tanınan bir hayvan dostundan, bir mesaj geldi. Bakın, ne yazıyordu mesajında;

“Türkiye'nin içinde bulunduğu duruma üzülüyorum, kimsesiz, yoksul, eğitim alamamış çocuklara üzülüyorum, savaşlarda yaşamlarını yitiren insanlara da üzülüyorum, hepsi için birşeyler yapılması gerektiğine de inanıyorum, yapılanları da sonuna kadar destekliyorum...

AMA

En çok da yeryüzünde en az bizler kadar yaşam hakkına sahip olmaları gerekirken, konuşamadıkları, doğaları gereği her uzanan ele safça, kuşku duymadan, çıkar gütmeden, hesap yapmadan yaklaşabildikleri, uğradıkları zulümler karşısında şikayet edemedikleri, onları koruyup kollayacak bir yakınları, sırtı kalın akrabaları olmayan HAYVANLAR İÇİN KAHROLUYORUM...”

Bu yazıyı okuyunca inanın şoke oldum diyebilirim.

Tabii ki, insanlar kadar, bu dünyaya gelen hayvanların da bir yaşam hakkı vardır.

Amma öncelikle insan yaşamı, insan sağlığı öncelik almalı.

Eğer hayvan severlik, gözü kapalı insan düşmanlığı boyutlarına ulaşırsa, -ki bizde bazıları bunun sınırını dahi çizemiyor- toplumda infial uyandırır.

Keşke herhangi bir yerde bir köpek öldüğünde, dünyayı ayağa kaldıran bu hayvanseverler, zavallı Sudenaz’a da aynı ilgiyi gösterme yürekliliğinde bulunsalardı.

Demek ki, onların gözünde minik Sudenaz’ın, herhangi bir sokak köpeği kadar değeri yokmuş!. Yazık.

Etiketler : , , , ,

Bu Yazıyı Yazdır Bu Yazıyı Yazdır

Yorumlar Kapatıldı.



2007-2012 Bilgi Agi / Turkiye nin Interaktif Kose Yazari Gazetesi

Designed By Online Groups
ÇÖZÜM ORTAKLARIMIZ

bizajans, kent akademisi, sunubank