“Tek Umudumuz Sizsiniz!..”
Bir insan, bir başkasına “Tek umudum sizsiniz!..” derse, bu üç kelimelik cümleden ne anlarsınız?
Tabii ki, bu sözü söyleyenin, her türlü şartları zorladığını, ama hiç birinden olumlu bir sonucu alamadığını ve artık hiçbir çaresinin kalmaması nedeniyle de, sizden başka hiçbir umudunun olmadığını düşünürsünüz değil mi?
Ya bunun gibi, ya da buna benzer bir düşünce içerisine girersiniz. Başka bir alternatifinin olabileceğini de pek sanmıyorum.
Sabah bir kanaldan, bir başka kanala geçerken, bir kadın hıçkırıklar içerisinde ağlayarak, bir başka kadına “Tek umudumuz sizsiniz!..” diyor.
Bu söz ister istemez bu kanala takılmama neden oluyor. Meğerse, sabahların sultanı olarak lanse edilen bir şarkıcımızın her sabah sunduğu bir programın tanıtımı gösteriliyormuş.
Daha fazla dikkat kesiliyorum. Kadınların büyük çoğunluğu ağlamaklı bir şekilde, sabahların sultanına ne methiyeler, ne övgüler düzüyorlar, anlatmak mümkün değil!..
Sanırsınız ki, Türkiye’de herşey yerle bir olmuş ve tüm kadınlarımızın tek çaresi de bu hanım sultanımız olmuş.
Benim asıl burada söylemek istediğim, sabahların sultanı olan hanım şarkıcımızın doğal olarak kendi reklamını yapması değil. Bu reklama yönelik, ağlamaklı yalvarmaların, hiçbir devlet birimi ya da kurumu tarafından izlenmemesi... Asıl acı olan da bu.
Yalvar yakar, salya sümük ağlayan kadınların tamamı orta halli diyebileceğimizin altında. Yani toplumun fakir kesimini temsil ediyorlar. Bu nedenle de maddi güçleri ya çok sınırlı ya da hiç yok denecek ölçülerde.
En fazla talepleri de, sağlık ihtiyaçlarının karşılanması. Bunların arasında çocuk sahibi olmak, onulmaz hastalıklarının tedavi edilmesi, zayıflamak ve bunun gibi genel sağlık ihtiyaçları...
Demek ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin en asli görevini ihmalkârlıktan, bu ulvi ve de yüce görevi sabahların sultanı üstlenmiş.
Yalvaranları izledikçe, “Vah benim ülkem vah... Ne durumlara düşmüşüz de haberimiz yokmuş!..” diye hayıflanmaktan kendimi alamadım.
Çünkü, kişinin temel sağlık ihtiyaçlarının devleti tarafından karşılandığını sanıyordum!.. Meğerse çok yanılıyormuşum...
Oysa ki, bakın Anayasamızın ilgili hükmünde nasıl bir madde yer alıyor;
“V. Devletin temel amaç ve görevleri
MADDE 5. - Devletin temel amaç ve görevleri, Türk Milletinin bağımsızlığını ve bütünlüğünü, ülkenin bölünmezliğini, Cumhuriyeti ve demokrasiyi korumak, kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak; kişinin temel hak ve hürriyetlerini, sosyal hukuk devleti ve adalet ilkeleriyle bağdaşmayacak surette sınırlayan siyasal, ekonomik ve sosyal engelleri kaldırmaya, insanın maddî ve manevî varlığının gelişmesi için gerekli şartları hazırlamaya çalışmaktır.”
Ben, bu maddeyi okuduktan sonra, televizyonda gördüklerimle karşılaştırdığımda “hadi canım sizde!..” demeyeyim de ne diyeyim?
Yine, Anayasa’nın sağlık ile ilgili maddesi de şöyle;
“VIII. Sağlık, çevre ve konut
A. Sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması
MADDE 56. - Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir.
Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Devlet, herkesin hayatını, beden ve ruh sağlığı içinde sürdürmesini sağlamak; insan ve madde gücünde tasarruf ve verimi artırarak, işbirliğini gerçekleştirmek amacıyla sağlık kuruluşlarını tek elden planlayıp hizmet vermesini düzenler.
Devlet, bu görevini kamu ve özel kesimlerdeki sağlık ve sosyal kurumlarından yararlanarak, onları denetleyerek yerine getirir.
Sağlık hizmetlerinin yaygın bir şekilde yerine getirilmesi için kanunla genel sağlık sigortası kurulabilir.”
Temel kural, devletin toplumuna sağlık hizmetini vermesidir. Veremediği takdirde de, işte televizyonda izlediğim bu sahneler tekrarlanır.
O zaman ben de şöyle bir teklifte bulunayım!..
Devlet, madem ki vatandaşının sağlık hizmetlerini karşılayamıyor, sabahların sultanı karşısında aciz kalıyor, bunun da çok kolayı var, tüm sağlık hizmetlerini o takdirde sabahların sultanına teslim edelim.
Baksanıza, devletten çok çok daha iyi bu hizmetleri karşıladığı televizyon ekranlarından, milyonlara öylesine güzel nakşediliyor ki, devleti yönetenlerin yerinde olsam, benim teklifimi iyi düşünmelerini salık veririm!..
Hem de çok çok büyük bir dertten de kurtulmuş olurlar üstüne üstlük.
Ne vatandaş milletvekillerini arar kendisine bir hastanede tedavi imkanı sağlanmasını ister, ne de diğer angaryalar kalır...
Düşünsenize günümüzde hemen hemen herşeyin özelleştirildiği hizmetler arasında sağlık hizmetini de tamamen özelleştirin, olun bitsin.
Müşteri aramaya da gerek yok!..
Zaten sabahların sultanı açık açık kendisine ağlayanlara “Kızzz, ben senin derdini çözerim, merak etmeeee!...” diyor.
Kendisinden o kadar emin ki, devletin halledemediğini çözüme kavuşturmanın mutluluğu ve de haklı gururu içinde.
Bir kez daha söylüyorum, benim burada yadırgadığım kesinlikle sabahların sultanı değil.
Zaten vergi rekortmeni olmuş böylesine değerli bir sanatçımıza söz söylemek de asla haddimiz değil!..
Kimi münafıklar, 50’sine merdiven dayamış bu sultanımızın körpeci olduğu iddiasında olmasına karşın, yerine getirdiği ulvi ve de yüce görevleri görmezden gelmeleri de sanırım, tamamen kıskançlıktan kaynaklanan bir hasetliğin ifadesi olsa gerek!..
Haa, bir de aklıma geldi, bu ülkede RTÜK denilen bir kuruluş var. Hemi de çok özel bir kanun ile görev yapan!..
Düşünüyorum da, asli görevi nedir bu kurumun?
Devlete böylesine aleni ve de açıkça rakip olan, rekabet şartlarının tümünü kendi lehinde kullanan bir programı izleme gibi bir alışkanlıkları yok mu acaba?
RTÜK Kanunu’nun 4. maddesinin ilgili fıkralarında ise bakın neler var;
“j) Yayıncılığın haksız bir amaç ve çıkara alet edilmemesi ve haksız rekabete yol açılmaması, ilân ve reklam niteliğindeki yayınların bu niteliklerinin şüpheye yer bırakmayacak şekilde açıklanması, bir basın organının özel çabalarla yarattığı ürünün kendi ürünüymüş gibi sunulmaması, ajanslardan veya başka bir medya kaynağından alınan haberlerin kaynağının belirtilmesine özen gösterilmesi.
..........................
m) Halkı aldatacak, yanıltacak veya haksız rekabete yol açacak reklam yayınlarına yer verilmemesi...”
İlginç değil mi?
.......................................
Şimdi bu ülkede başta adalet sistemiyle sağlık sisteminin neden bir türlü çözüme kavuşturulamadığının, buna karşın bu sektörlerde yasa dışı yer alanların da neden milyon dolarlarla oynadığının bir kez daha düşünülmesi gerekmez mi?
Her iki sistem de, devletin en temel karşılaması gereken ve insan ihtiyaçlarının olmazsa olmazları arasında yer almasına karşın, ne yazık ki ülkemizde bunların tamamıyla karşılandığını söylemek mümkün değil.
Olmamasının karşılığını da Türk milleti, aksine sabahların sultanına olan güvenini yüzde 53’ten, yüzde 57’ye yükseltmeyle gösteriyor.
Haa bu arada, iç sayfalarımızda ATO’nun raporunu da okuyun lütfen... Adalete olan güvenin hangi boyutta olduğuna da özellikle dikkat edin.
Eh, bu arada medyaya olan güven ise yerlerde sürünüyor. Yüzde 1’in bile altında...
Özeleştiri yapmak gerekirse, 1980 sonrası, sistemli bir şekilde Amerikanlılaşan medya sektörümüz, sonunda böylesine bir konuma geldi ve en çok düşünmesi gereken sektörlerin başında yer aldı... Kutlamak gerekir!..
Sonuçta hepsini bir şekilde gözden geçirildiğinde, akla da “böyle saça böyle tıraş” demekten başka bir söz bulamıyorum, her nedense!.. Haksız mıyım sizce?