“Sığınma” Lafı Hayatımızdan Çıkmalı
KADIN erkek eşitliği konusunda ilk şoklardan birini annemden duyduğum bir kelime ile yaşamıştım. Çok yıllar önce, birisini anlatıyordu, gayet doğal hiç yadırgamadan sarf etti kelimelerini:
Ne, nasıl yani, kocası salmak ne demek, hayvan mı bu?
Benim babam aydın bir adamdı, annem modern yaşayan bir kadın. Ailede izin istemek diye bir kavram yoktu. Gayet doğal birbirlerine danışırlardı. Zaten olsa herhalde babam annemden izin alırdı.
Ama buna rağmen annem salmak kelimesini rahat kullanırdı ve o kadar diline yerleşmiş ki hala da kullanır. Sonrasında kadın ve erkeğin eşit olmadığını gösteren, binlerce tanım, binlerce örnekle büyüdük...
Üstelik ekonomik gücü olan, kimlik kazanan kadının sayısının artmasına rağmen şiddet, haksızlık, eşitsizlik azalmadı, aksine artıyor. Hepsini bırakalım, son haksızlıktan başlayalım.
2002 yılında 66 kadın, namus cinayetleri nedeniyle katledilirken, bu rakam yüzde bin 400 artışla 2010’da 1011’e yükseldi. İşte böyle bir ortamda Başbakanımız dahi “kadına şiddet artmıyor, medya böyle gösteriyor” diyor, diyebiliyor. Bu ülkenin Başbakanı, kadına yönelik sorunları, partilerde kadın kotası koymakla çözebildiklerini düşünüyor.
Evet, 8 Mart, biz kadınların günü ama eminim kimse, “Sorunlarınız çok, uzun yaz” demeyecektir. Öncelikle belli bir noktaya gelmiş ekonomik ve kimlik sıkıntılarını aşmış kadınlar, süslü püslü, lay lay lom etkinlikleri bir yana bırakarak, tek tek, gerekirse kampanyaya dönüştürülecek formüller üzerinde çalışabilmeli artık. İnce cılız seslerle, kadınsı gösteriler yerine formül ya da strateji üretmek durumundayız. Şiddete karşı hukuki düzenlemelerin haricinde; Belediyelerdeki semt evleri önemsenmeli. Belediyeler birkaç ev ya da çağdaş binayı, alt katları meslek kursları ve emekleri karşılığı para kazandıracak sergi alanları, üst katlarında danışmanlık ve psikolojik hizmetler verilen modern yaşam alanlarına dönüştürmeli. Ülkemizde halen 12 milyon 100 bin ev kadını bulunuyor. Semt evleri bu kadınlara mikrokredilerin dağıtıldığı işlevselliğe de kavuşturulabilmeli. Şiddet gören kadın nereye başvuracağını bilemiyor, gerekirse semt evlerinden “Sığınma Evleri”ne yönlendirilmeli. Türkiye’de hala 60 ilde sığınma evi yok. İzmir’de Emniyet birimlerine şiddet nedeniyle 4 bin 640 başvuru oldu ancak 202 kadın yerleştirilebildi. Ege İş Kadınları Derneği’nin başlattığı sığınma evlerine tekstil makinaları konularak buradaki kadınlara kazanç sağlanması, örnek, geliştirilmesi gereken bir model olarak görülmeli. İçeriğini bilsek de “Sığınma” kelimesini kadınla bir arada kullanmaktan kaçınmalıyız. Kadını sığınacak varlık olarak algılatan bu isim “Mavi evler” ya da başka bir tanıma dönüştürülmeli.
Sürekli şiddet gören kadınlara başka bir ilçede, ilde yeni bir hayat, kamu eliyle sağlanmalı . Onlara istihdamda öncelik tanınmalı.
Halka ulaşmakta daha başarılı olduğu noktasından hareketle özellikle ‘Belediye başkanlıklarına kadınlar gelmeli’ çağrısı kampanyaya dönüşmeli. Bunlar birkaç örnek, daha çok, çözüme dayalı strateji üretilebilir. Özetle medyada 3. sayfalara sürekli konu olan kadının durumu bugün ülkedeki varlığının bir görüngüsüdür. Kadının toplumdaki yerini modernleştirmek, saygınlık ve kimlik kazandırmak adına formüller üretmek maalesef önce yine kadınlara düşüyor. İzmir’de çalışanların yüzde 28’i kadın.
Ekonomi gelişiyor diyoruz ama kadınlarımız bundan nasiplerini alamıyor. Kadınların işgücüne katılma oranı yüzde 22.3 ile dünya ortalamasında son sıralarda geliyor. Bugün Türkiye’nin en modern kenti İzmir’de 2010 Eylül itibarıyla SGK verilerine göre 184 bin 737 kadın çalışıyor. Bu da çalışan nüfusun yüzde 28’inin kadın, yüzde 72’sinin erkek olduğunu gösteriyor. Kadınların yaklaşık yüzde 90’ı asgari ücretli olarak çalışıyor. Kadınların çalışamamasının öncelikli nedenlerinden biri okul öncesi eğitim ve etüd hizmetinin verilmemesi. Doğumdan en az beş yaşına kadar çocuklara tam zamanlı olarak annelerin bakması gerekiyor. Böylece kadın en verimli döneminde iş hayatından kopuyor. İş bulsa da maaşı çoğunlukla çocuğunun kreş parasına denk geliyor.