“Ölü Canlar” Romanı Üzerine
Sevgili okuyucu,
Bana kızmayın lütfen. Biliyorum, bu yazı ya bir dergide ya da gazetelerin kültür/sanat sayfalarında bulunması gereken bir yazıdır. O halde ne işi var böyle yazıların gazete köşesinde diye sorabilirsiniz? Haklısınız. Ancak hemen celallenmeyin, bir kulak verin bana. Bunu yayınlamaya değer görecek veya yayınlatabilecek bir dergi bilmiyorum. Bu gazetenin de koşullar gereği, bir kültür/sanat sayfası yok. Geriye naçizane köşem kalıyor. Hem bu yazı, salt edebiyat konulu bir yazı da değil. Gogol’un romanından hareketle bir Rusya, Osmanlı karşılaştırması da yapmaya çalıştım. Biraz sabırlı olur 3 gün üst üste yayınlanacak olan bu yazıyı okursanız, bana hak vereceğinizi ve beni anlayacağınızı umuyorum.
Okumazsanız da, canınız sağolsun.
Oğuz Atay gibi, “Nerdesin ey okur!” diye feryat etmeyeceğim. (Gerçi Atay, bu feryadında çok haklıydı). Benim hakkım yok, çünkü ben hala yazar olmaya çalışıyorum!
“Ölü Canlar”, Nikolay Gogol’un 1842’de yazdığı romanın adı. Ölü, nasıl can olur ya da can, nasıl ölü olur? Yani ölen birisine nasıl can denilir? Romanı okuduğunuzda, Çarlık Rusya’sındaki köleci sistemde bunun mümkün olduğunu göreceksiniz.
Nikolay Gogol, 1809 yılında Ukrayna’da doğar, 1852 yılında Moskova’da ölür. 43 yıllık bir ömür, ne kısa değil mi? Ancak bu kısa ömürde büyük eserler veren Gogol, Rus edebiyatının kurucusu sayılır. Diğeri de, şair ve yazar Puşkin’dir. Gogol, Puşkin’den çok etkilenir ve “Ölü Canlar” romanını yazmasını teşvik eder. İlginçtir, Puşkin de, subay bacanağı Dantes ile yaptığı bir düello sonucu 1837 yılında, 38 yaşında ölür.
“Ölü Canlar” romanı, Rus edebiyatındaki gerçekçilik akımının başlangıcını oluştur. Dostoyevski, Gogol’un Palto eserinin adına nazire yaparak,“Hepimiz Gogol’un Paltosu’ndan çıktık” der. Gogol’u ve eserlerini, aristokrasi ve Çarlık güçleri sevmez. Hatta eserlerinin bir kısmı sansüre uğrar.
Gogol, bu romanı aracılığıyla feodal ve serflik sistemini güçlü ironileriyle alaya alır. Ancak tipler üzerinden sistem eleştirisi yaparken, Rusya’nın bu durumu hak etmediğini, Rusya ananın güzel şeylere layık olduğunu da dolaylı olarak belirtir. Bu yanıyla, romandaki gerçekliği beğenen eleştirmen Byelinski, Gogol’un aşırı yurtseverliğinden tedirgin olur.
Ancak bana göre bu özellik, “Ölü Canlar” romanındaki içeriğin tali bir unsuru olarak kalmakta. “Ölü Canlar” romanını klasik ve evrensel kılan asıl özellik, romanın yapısı ve romandaki olaylara, olgulara ve tiplere her yerde ve her zaman rastlamanın mümkün olmasıdır. Romanın kahramanları, insana ait hallerin şu veya bu kısımlarının taşıyıcısıdırlar.
Gogol, “Ölü Canlar”dan önce yazdığı “Müfettiş” oyununda, yozlaşmış bürokrasiyi acımasızca alaya alır. Müfettiş, ülkemizde en çok oynanan tiyatro oyunlarından biridir. “Ölü Canlar” da ise,1830’ların Çarlık Rusya’sının sistemine ve onun bürokrasisine keskin hicivler yöneltir. Gerçi roman bilgi vermek için yazılmaz ve bilgi edinmek için de roman okunmaz ama bu tür kitaplardan ülkelerin tarihleri ve toplum yapılarının karşılaştırılması açısından birçok tarih kitabından daha değerli sonuçlar çıkarmak mümkündür.
“Taras Bulba” gibi bir ölçüde dinci (Ortodoks Hıristiyanlık) ve milliyetçi sayılabilecek ve üstelik pek de derinliği olmayan hikâyeler yazan Gogol’un, hemen sonrasında edebi değeri yüksek ve realist yapıtlar vermesi şaşırtıcıdır. Evet, Taras Bulba’da Ukrayna Kazaklarının yaşamı ve savaşları destansı bir üslupla anlatılır. Örneğin bizim tarih kitaplarının hiçbirinde Ukrayna Kazaklarının Karadeniz kıyılarını defalarca yağmaladıklarından ve hatta 1600’lerin başında İstanbul boğazını aşarak Yeniköy kıyılarını haraca kestiklerinden bahsedilmez.
Pera Müzesi’ndeki Rus ressamları sergisini gezerken, İlya Repin’in “Türk Sultanına mektup yazan Kazaklar” tablosunda sanki Taras Bulba ve diğer atamanları gördüm. Repin’in bu tablodaki esin kaynağı Gogol olsa gerek. Tabloda resmedilen Kazaklar tıpkı hikâyede anlatıldığı gibi alaycı, kendine güvenli, düşmanını aşağılayan ve onunla dalga geçen, şiddeti vazgeçilmez bir yaşam biçimi olarak gören yapıdalar. Bunlar, Slav milliyetçiliğine katkı sunan eserlerdir.
Hemen belirteyim ki, Taras Bulba hikâyesi ile bizdeki Kara Murat türü hikâyelerin bir benzerliği yoktur. Gogol’un sonraki eserlerinden rahatsız olan sistem yanlısı çevreler, halkın duygularını okşayan hikâyeler yazarken, nereden çıktı şimdi bunlar diyerek sitemlerini belirtirler. Ancak o sitemlerin, eleştirilerin hiçbirinin bir değeri ve hiçbir yaptırımı olamaz. Öyle ki, binlerce dereden beslenen bir nehir gibi, koskoca bir Rus edebiyatı doğar. Gerçi 11. yüzyıldan bu yana, daha çok dinsel, destan ve gezi metinlerinden oluşan bir Rus edebiyatı vardır ama romantik Puşkin ve realist Gogol, asıl Rus edebiyatının öncü akarsularıdır.
Devam edecek