“Ölü Canlar” Romanı Üzerine (II)
Batılılaşma sürecinde edebiyat açısından Rusya ve Osmanlı paralellikleri.
Çarlık Rusya’sı ile Osmanlı arasında Batılılaşma serüveni açısından epeyi benzerlikler olduğunu düşünüyorum. Rusya, bir aristokrasi sınıfına sahip olması nedeniyle bu serüveni daha yoğun ve daha az sıkıntıyla yaşadı. Öyle ki, bir süre sonra Rus edebiyatı, resmi ve müziği, Batı ile boy ölçüşür hale geldi.
Rusya’nın Batı serüvenindeki dönüm noktası, Napolyon’un Moskova’yı da içine alan, 1812 yılı büyük Rusya işgalidir. Napolyon ve 1789 Fransız Devrimi, Rusya’da bir hayranlık uyandırmış ve neler oluyor sorusunu ciddi olarak araştırmaya yöneltmiştir. Kaldı ki bu durum, Avrupa monarşileri için de tehlike çanlarını çaldı. Tolstoy’un “Savaş ve Barış” romanı, Napolyon’un devrimi Avrupa’ya yaymasını, Moskova’ya kadar Rusya’yı işgal etmesini ve Fransız ordusunun felakete varan yenilgisini anlatır. Tolstoy, romanını, roman tiplerinden Pierre Bezuhov’un 1824’te ortaya çıkan Dekabrist (Aralıkçılar) harekete katılışını ima ederek bitirir. Dekabrist hareket, neler oldu/oluyor sorusunu ciddiyetle araştıran, Çarlığa ve köleci sisteme muhalif ve liberal özellikler taşıyan bir harekettir. Rusya’da hem milliyetçiliğin hem de modernizmin tohumlarını atmıştır. Yeri gelmişken belirteyim; Osmanlı’da bunun karşılığı, 70 yıl sonraki Jöntürk ve devamı olan İttihat Terakki hareketidir diyebiliriz.
Aynı tarihlerde III. Selim’le başlayıp II. Mahmut’la devam eden Osmanlı modernleşmesi, Rusya’nın bu sürecine benzer. Ancak bu serüven her ikisinde de aynı ölçüde ve eş zamanlı sonuçlar vermez. Osmanlı’nın yüzü neredeyse tarihi boyunca hep Batı’ya dönük olmasına rağmen, Batılılaşmanın genel kabulleri, Rusya’ya göre daha dar ve daha yüzeyde kaldı.
Rusya Osmanlı benzeşmesi, kendini Fransızca dilinin kullanımında da gösterir. 1800’lerin başından beri Rusya’da Fransızca dili ikinci bir dildir. Okullarda okutulur, aristokrasi ve devletin büyük memurları bu dili bilmek zorundadırlar. Kaldı ki bunu severek yaparlar çünkü bir itibar göstergesi olarak da kullanılır. Dönemin klasik Rus romanlarında, kimi roman kahramanlarının ağzından çok sayıda Fransızca cümle kullanılır. Gogol de kullanır ama “Ölü Canlar” romanında bu tutumla alay eder.
Osmanlı’da da öteden beri Fransızca, bürokrasi ve aydınlarca ikinci bir dil olarak kullanılır. Ancak Osmanlı romanında, Rus romanından çok daha fazla alafrangalıkla alay edilir, Fransızca konuşanlar bazen küçümsenir. Batı hayat tarzını izleyenlerin genellikle mirasyediler ve züppeler olduğundan söz edilir. Batıcı tipler, sudan çıkmış balıklar gibi görülür, onlar, toplum tarafından alaya alınan profiller olarak çizilir. Osmanlı romanında Batıcılığa epeyi mesafeli yaklaşılır. Bunun İslami bir toplum yapısıyla, geleneğiyle yakından ilgili olan köklü bir tarafı da var. Bu nokta çok önemlidir çünkü her iki ülkenin roman sanatındaki temel farkı, bireyi ve toplumu ele alışlarındaki eleştirel ve gerçekçi duruşları da oluşturur. Bu duruşun merkezinde bulunan öğelerden biri de, devlettir/sistemdir. Elbette edebiyatı bir duruş düzeyine indirgememek veya gerçekçilik alanına hapsetmemek gerekir.
19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında Rus Çarlığın da olsun, Osmanlı da olsun, (İran ve kimi başka ülkeler için de) rejim muhalifleri soluğu Avrupa’da, daha çok da Paris’te alırlardı. Entelektüel ve siyasi hayatın yoğun yaşandığı Paris kafelerinin garsonları bile, bu muhalif cenahı tanıyorlar. Ve her grubun konuşmalarını az çok biliyorlar. Bir garson şöyle diyor: “Çok ilginç, diğer ülkelerin muhalifleri devleti yıkıp yeniden kurmayı tartışırlarken, Osmanlı muhalifleri, devleti nasıl kurtarırız diye tartışıyorlar.”
Bu müthiş bir tarihsel, toplumsal tespittir. Muhalifliğin bu temel farkı, doğal olarak o ülkenin edebiyatına da yansır. Osmanlı’da Rusya’ya göre roman sanatı geç başladı. Çarlık, 1900’lerin başında Batıcılık meselesini ‘çözmüşken’, Osmanlı’da bu dönemlerde Batıcılığın sancıları yaşanıyordu. Her iki ülkenin romancılığında bu seyir izlenebilir. Çarlık Rusya’sında 1800’lerin başında roman yazılırken, Osmanlı’da en erken 1880’lerde, 60 yıl gecikmeyle yazılır. 1920’lere kadar da az sayıda roman yazılır. Hâlbuki Rusya, o kadar çok ve o kadar nitelikli ürün vermiştir ki, dünya edebiyatında çoktan yerini almıştır.
Romanın asıl şaşırtıcı olan yanı, o dönemde yargı da dâhil, Rus devlet kurumlarının çürümüşlüğünü ve rüşvetçiliğini anlatabilmesidir. Bu açıdan bakıldığında Osmanlı ve Cumhuriyet Türkiye’sinde yayınlanan romanlar bile, neredeyse Ölü Canlar ile baş edemez. Aşağıda yapacağım alıntılardan, konuya ilişkin bir fikir edinilebilir.
Devam edecek