Bulaşıcı bir veba ile karşı karşıyayız. Üstelik bu veba, bildiğimiz vebalar gibi bulaştığı kişiyi öldürmüyor. Aksine sürüm sürüm süründüren cinsten…
Daha da beteri bu veba, nesilden nesile aktarılabilen, şimdi önlem alınmazsa bir daha tedavi edilmesi imkânsız bir hastalık…
Bu bulaşıcı genetik veba, her ne kadar laboratuar ortamında geliştirilse de, bulaşımını tüccarlar ve siyasetçiler yapıyor.
Tüccarlar ve siyasilerin gizli görüşmelerinde birbirlerine bulaştırdıkları bu virüs, sadece yaşayanları etkilemiyor. Yaşayanların yanı sıra, anne karnındaki ceninleri, -baba veya annenin damarlarında sinsi ve şeytansı bir gizlilikte dolaşması nedeniyle- sperm veya yumurtayı etkiliyor ve nesilden nesile aktarılıyor.
Kısacası onlarca hatta yüzlerce yıl sonra, nesillerin bu veba ile doğacaklarını şimdiden biliyoruz.
Daha da ötesi, bu ‘kalıtımsal veba mikrobu’; insanların yanı sıra bitkiler, hayvanlar hatta tabiattaki ne kadar canlı varsa hepsine bulaşabilen bir musibet!
Bu musibet; bazı küresel güçlerin yaşamı kontrol etme, istemediği toplumları yok etme, son iki yüz yılda inşa ettiği sömürge düzeninin kalıcı olmasını sağlamak arzusu nedeniyle geliştirildi.
Aramızdan kimileri farkında olmadığı bu küresel tezgâha alet oluyor...
Kimisi küçük çıkarlar için bu uğurda onurunu pazarlıyor…
Kimisi zaafları yüzünden kuklaları durumuna düşüyor...
Kimisi de bir türlü kontrol edemediği tamahı, makam hırsı, bitmek tükenmek bilmeyen para biriktirme duygusu yüzünden saf değiştirivermiş.
Hangi amaçlarla olursa olsun, bu aşağılık virüsün yaygınlaştırılmasına destek olmak, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur ve buna izin veren ve göz yummanlar suç ortağı olarak hesap vermeliler/verecekler!
Bu vebanın size bulaşmadığını düşünüyorsanız, yanılıyorsunuz. Mesela bazı uzmanlar(!), bürokratlar ve bakanlar, size bu virüsün bulaşmaması için gerekli önlemin alındığını söylediklerinde, biliniz ki doğru/yu söylemiyorlar.
Siyasetçiler çıkıp ‘çocuklar başta olmak üzere herkesi genetik vebadan korumak için yasal düzenleme yaptık’ dediklerini duyduğunuz da, biliniz ki onlar da doğru/yu söylemiyorlar.
Bu siyasetçilerinden kimisi maalesef gerçeğin ne olduğunu dahi bilmiyor. İktidarda olanlar, eleştirileri kendi iktidarların yıpratılması için yapıldığı zannında. Her konuda siyasi iktidarı eleştiren muhalefetin, bu genetik vebanın yaygınlaştırılması için iktidara destek vermesi, manidâr olmanın ötesinde bir korku ve çıkar uğruna değilse, acaba hangi ‘iyilik’(!) uğrunadır?
Aramızdan kimileri bu veba için, ‘İktidarı eleştirmeyelim. Çünkü bu eleştiriler, ‘Ergenekon’la mücadele eden hükümete zarar verir’ diye, bu gerçeği ifşa edenlere kızıyorlar. Bugün, davası yargıda devam eden Ergenekon’la bir biçimde mücadele ediliyor. Batıda CFR/Bilderberg/Trilateral/Monsanto/Novartis/Bayer/FDA/DTÖ/EFSA gibi adlar verilen ‘genetik veba çetesi’ olan küresel Ergenekon’la mücadele, tüm evrende yürütülmesi gereken küresel bir mücadele…
Bu belâ virüsle mücadelemizde ‘Ergenekon’la mücadele eden hükümete zarar veriyorsunuz’ diyenlerin bile, artık kulak kabartmak zorunda kalmasının memnuniyeti içindeyiz. Gün geçmiyor ki, bu konuda bir şeyler yazılmasın, bir şeyler sorulmasın.
O halde nedir genetik veba? Bu vebaya; bazen ‘modifiye’, bazen ‘hibrit’, bazen ‘GM’, bazen ‘genetiği değiştirilmiş organizma’ denilir. Yani bildiğimiz adıyla: GDO!
2009’a kadar hukukî olmadığından hiçbir denetim yapılmıyordu. Özel sektörün yanı sıra, TMO’da ithal ediyordu. 2009’da çıkarılan yönetmelik ve 2010’da çıkarılan yasa ile yasal hale getirildi. Fakat ne yasallaştırma! Halka ‘yasaklıyoruz’ gazetecilere ise ‘böyle yapmak zorundaydık, çıkarmasaydık DTÖ canımıza okuyacaktı’ dediler.
Guya ‘Bilim(!) Kurulu’ kurdular. Bizi bu kurul koruyacakmış! İnsan sormadan edemiyor, bu kurulu kuranları, bu kurulda görev alanları ve onların çocuklarını bu belâdan kim koruyacak? Noterlik yapan bu kurulun yapabileceği tek şey; toplumun gözünü “boyamak” ve GDO karşısında yürütülen mücadeleye karşı zafiyet oluşturmak! Zaten istese de elinden başkası gelmez.
Gözümüzün içine baka baka yasallaştırdıkları, hiçbir eleştiriyi dinlemedikleri, rüşvet iddialarını bile göz ardı ettikleri halde, önce ‘sadece soya, mısır, kanola ve pamuk GDO’lu bizde onu yasaklıyoruz’ dediler.
Ardından etikete ‘GDO’suz’ yazmayı bile yasaklamaya kalktılar hatta yasakladılar. Hoş, GDO’suz yazanlarda gerçeği söylemiyorlar, o da ayrı bir dert. ‘Bebek ürünlerinde kullanımını yasaklıyoruz’ dediler. Foyalarını etiketler ortaya çıkardı. Alın bebel… adlı markanın 6 aylık bebek ürünlerini, üstünde ‘modifiye mısır nişastası’ yani ‘GDO’lu mısır nişastası’ yazıyor. Endüstri, devletin topluma karşı endüstriyi koruyacağını gayet iyi biliyor.
Ne diyor devleti idare edenler: “GDO’yu asla yemeyiz! Bu ülkeye GDO’lu ürün girmiyor!” Oysa aynı devletin Koruma Kontrol Genel Müdürlüğü, 11.08.2010 tarih ve 340671 sayılı yazısında “Tüm Gıda maddelerinde olduğu gibi, GDO’lu veya GDO içeren ürünlerin ithalatında, ülke genelinde belirli İl Müdürlükleri yetkilendirilmiştir. Konu ile ilgili olarak gerekli veriler İl Müdürlüklerimizden temin edildikten sonra tarafınıza bilgi verilecektir.
(6 ay geçmesine rağmen hâlâ cevap gelmedi)
GDO’lu ürünler GDO’lu tarım uygulamalarının yaygın olarak yapıldığı ABD, Arjantin, Şili, Japonya, Tayvan, Çin ve Rusya gibi ülkelerden ithal edilmektedir.”
Neymiş? GDO’lu ürünler ABD, Arjantin, Şili, Japonya, Tayvan, Çin ve Rusya gibi ülkelerden ithal edilmekteymiş. Hani yasaklamıştınız? Hani izin verilmiyordu? Hani bu ülke de GDO’lu ürün satışı yasaktı?
Sevda Yüzbaşıoğlu ve Yasemin Salih’in Sabah Gazetesi’nde önceki gün çıkan haberleri çok manidar…
“Korkudan etikete yazan yok! GDO kullanımı tam gaz!” ara başlıklarının kullanıldığı haber şöyle başlıyor: “Geçen yıl kamuoyu gündemini aylarca meşgul eden genetiği değiştirilmiş organizmalı (GDO) ürünler konusunda tam bir skandal yaşanıyor. Halk arasında 'frankeştayn gıda' olarak da bilinen GDO'lu ürünler, Tarım Bakanlığı'nın 26 Eylül 2010'da yürürlüğe giren yönetmeliği hiçe sayılıp, market raflarında hiçbir uyarı yapılmadan satılıyor.
Yonca, kanola, pamuk, keten, mercimek, mısır, kavun, erik, patates, pirinç, soya, şeker pancarı, ayçiçeği, tütün, domates ve buğday başta olmak üzere pek çok tarım ürününün genetiği değiştirilmiş durumda. Türkiye'de ise 800 çeşit üründe hiçbir uyarı yapılmadan kullanılıyor.”
Bakanlıktan habere yönelik çıt yok! Olsa ne olur ki, söyleyebilecekleri tek şey yalanlamak. Telefon santrallerindeki sesli yanıt sisteminin ne diyeceğini önceden bildiğimiz gibi, bakanın ne diyeceğini de ezbere biliyoruz. Masallarını duya duya ezberledik.
Hangi ürünlerde GDO var diyorsanız: Endüstriyel her ürün yüzde 90’a varan oranda bu vebayı içerir. Sayısını ne devlet bilir, ne de üretici.
Peki ne yapmalı?
Çok kez yazdık, bıkmadan usanmadan yazmaya devam edeceğiz. Milyar kere tekrar olsa yine yazacağız. Raftan hiçbir şey almayınız ve özellikle yaklaşan seçimlerde Ak Parti’nin yanı sıra GDO’yu yasallaştıran ‘Biyogüvenlik Kanunu’nun çıkmasına destek veren CHP, MHP ve BDP’den hesabını sorunuz.
Bu konuda sessiz kalan Diyanet’e mektuplar gönderiniz ve diyiniz ki: “Sadece bazı GDO yandaşı danışmanları değil, bu konuyu iyi bilen bağımsız kimseleri de dinleyiniz. Yandaşlar üzerinden vereceğiniz fetvaların vebali ağır olur.”
Ve lütfen, sadece dünyanın en ekonomik ve tek sağlıklı yağı olan sızma zeytinyağını kullanınız. Tam buğday unundan yapılmış ekmekler yiyiniz ve ne olur evinizde kendi ekmeğinizi kendiniz yapınız. Şeker ve tatlandırıcı türlerinin tamamını terk edip, pekmez yiyiniz. Mevsimi dışında hiçbir sebze, meyve almayınız. Çocuklarınıza sakız, bisküvi, kek, çikolata vs yedirmeyip; hurma, kuru incir, kuru erik, kuru kayısı, kuru üzüm yediriniz. Kola, gazoz, hazır meyve suyu içmeyiniz. Hazır yoğurt almayıp, evde yoğurdunuzu kendiniz yapınız. Sokak sütü palavrasına aldırış etmeyiniz. Beyaz tuz kullanmayınız ve Çankırı’nın rafine edilmemiş kaya tuzunu tercih ediniz. Günlük yeteri miktarda su tüketiniz.
Şeytan her defasında size ‘ye bir şey olmaz!’ diyecek. Siz şeytanı dinlemeyin.