Zor Günlerdeyiz…
Siyasi iktidarın Avrupa Birliğine tam üyelik için can attığı günlerdi. Ülkemizdeki büyük çıkar guruplarının, Tanzimatçı aydınların ve liberallerin, ekranlardan, Türk halkına Avrupa kurşunlarını sıktığı günlerdi.
Batı rüzgârları sert esiyordu.
O zaman ki, İşçi Partisi, şimdiki Vatan partisinin dışındaki tüm partiler, Avrupa sevdasıyla sevdalanmışlardı.
Köklerinden koparılmış, aidiyetini yitirmiş, palyaçolarmış bir kitle TÜSİAD’ın önderliğinde, Avrupa duy sesimizi diye bağırıyordu.
Sahte sol da, bunların kuyruğundaydı.
Türkiye’nin Avrupa Birliğine sokulması, bir Amerikan Projesiydi. AB istemiyor, ama ABD zorluyordu.
Asıl amaç ise; Türkiye’yi hiçbir hak vermeksizin Avrupa kapısına bağlamaktı. Kulübeye bağlı köpek karikatürleri de, Avrupa’da bunun için yayınlanmıştı.
Bizlerin “Ne AB ne ABD tam bağımsız Türkiye” diye bağırdığımız günlerdi.
O günlerde, DSP’li bir siyasetçi ile görüşmüştüm. Nasıl oluyor da, İslamcı bir iktidar, egemenliğimizi Avrupa’ya teslim etmek istiyor? Diye sormuştum.
DSP’li aynen şu cümleyi kurmuştu.
Olur mu? Çok iyi yapıyorlar. Eğer Avrupa bizi himayesine almazsa, bu gerici ve mezhepçiler, bizi mahveder.
Bir karşılık vermeden, içimden şöyle düşündüm. İşte halkına güvenmeyen mücadeleden kaçan bir siyasetçi ile karşı karşıyayım.
AKP, Türk halkına, Avrupa’nın hiçbir zaman ve hiçbir şartta almayacağını, halkımıza anlatmayı başarmıştı.
Süreci çok iyi değerlendirmiş, AB’ye gireceğim diye içerdeki liberalleri ve etkili çıkar çevrelerinin desteğini almıştı.
Gerek Gezi Olaylarından sonra, gerekse, 7 Haziran Seçimlerinden sonra, Batı entelektüel çevreleri, AKP iktidarına olan desteğini çekti.
Ülke şartlarının zorlaması, iç dinamiklerin bu yönde gelişmesi neticesinde, Açılım Süreci de, rafa kaldırılınca, Batı iyice çileden çıkmış oldu.
Yukarıda özetlemeye çalıştığım süreç devam ederken, içeride de ayrışma gittikçe derinleşti.
Suriye konusunda, iktidarın mezhepçi siyasetleri de, bu sürece eklenince, işler iyice sarpa sardı.
Bir tarafta yukarıda kimliğini açıkladığım, vatansız Batıcılar, öte tarafta, İslamcı kitleler.
Dün, TÜSİAD’dan bir AB Raporu yayınlandı. Yeniden AB sürecini canlandırma ve İslamcı siyasetle mücadelenin, Batıyı arkamıza alarak yürütmemiz lazım diyen bir rapor.
Raporda, “ülkemizin kanunlarının AB’de yapılması durumunda, iktidar sorununun ortadan kalkacağını söylüyor.
Akıllarının dibindeki, Türk ulusunun kaderini, Batı ve Alman zenginlerinin eline teslim etmek.
Bir tarafta İslamcı siyasetlerin etkilediği kitleler, öte tarafta, sözde demokrasi, insan hakları ve gelişmişlik adına, bağımsızlığımızı dünya zenginlerinin eline teslim etmek isteyen güç odakları…
Eğer Batıyı ve onun ülkemiz içindeki uzantılarını arkamıza alarak, İslamcı kadroları alt edersek, Avrupa ve ABD’nin tam sömürgesi olacağız.
Yok eğer, İslamcı siyasetleri arkamıza alarak, Batı ve onun içerdeki uzantılarını alt edersek, bu kez de, içerdeki gericiliğin esiri olacağız.
Diyeceksiniz ki, İslamcı siyaset 13 yıldır iktidarda, böyle bir savaşa girmez.
Hayır.
Batı işbirlikçileri İslamcı siyasete savaş açtıkları için, İslamcı siyasette, kendi inanç düzeyini yukarı çekerek, yani daha da gericileşerek kendisine yapılan saldırıyı karşılamaya çalışacaktır. IŞİD örneğinde olduğu gibi, İslamcılara saldırı, İslamcıları radikalleştirir.
Batıcı ve işbirlikçi sermayenin desteği ile PKK’nın Meclise girmesi ve önümüzdeki seçimleri zorluyor olması; savaşın derinleşeceğinin işaretidir.
Böyle bir durumda, Meclise beşinci bir partinin girmesi, hem ayrışmayı durdurur, hem yeni bir dünyanın habercisi olabilir.
Kurtuluş Savaşı öncesinde de, böyle bir ayrışmanın yaşandığını biliyoruz.
Mustafa Kemal harekâtı bu ayrışmayı durdurmuştur.
Ne Batının esiri olmuş (Mandacılık) ne de İslamcıların esiri olmuştur.
Vatan Partisinin şimdiki konumu Kurtuluş Savaşı öncesi örgütlenmeye benzemektedir.
Bülent Esinoğlu
bulentesinoglu@gmail.com
ulusalkanal.com.tr