Zor Diye Diye Zorlaştırdıklarımız…
On altı yaşında karşımda oturan ve hayatın ne kadar zor olduğundan yakınan, hiçbir şey yapmak istemeyen, yapmaya çalışsa da hemen bıkıveren genç kızı gördüğümde kalbim sıkıştı.
“Eyvah!” dedim, “Biz ne yaptık?”
Biz anne babalar, arkadaşlar, ablalar ve abiler olarak, bizden sonra gelenlere kötülük ettik! Kendi yaptıklarımızı zorluklarla elde edilmiş birer başarı öyküleri olarak sunarken, arkamızdan gelenleri ürküttük ve korkuttuk...
Şimdi onlar, içleri zamansız geçmiş meyveler gibi kendi yerlerinde, kendi kendilerine çürüyorlar...
Şevklerini kaybettiler, hayata ve hayatın getirdiği her şeye dair...
Zorlanmak istemiyorlar. Okumak, yıllarca sıralarda sınavlara hazırlanmak, kendilerini yormak istemiyorlar.
Çünkü sormuşlar ablalarına veya abilerine. Onlar da demişler ki: “Üniversite okumak zor ve anlamsız. Köşedeki büfeci bizden iyi kazanıyor... Zengin bir eş bulup, kısa yoldan ve zorlanmadan istediğin her şeye ulaşabilirsin... Bize bak, biz hâlâ anfilerde finallerle mücadele ediyoruz. Sonrada iş bulmak için canımız çıkacak...”
Her şeyin zor olduğunu ve zorlanmanın da kötü bir şey olduğunu sözleriyle, duruşları ve duygularıyla haykıran insanlar var. Bu insanlar, arkadan gelen ve zorlanmak istemeyen, zorlanmak yerine çürümeyi tercih eden bir neslin de mayalanmasına hizmet etmiş oluyorlar bilerek veya bilmeyerek...
.......
Bu sefer karşımda oturan yetişkin bir erkek ve evlenmek istemediğinden bahsediyor... Kadınların özellikle de zamane kadınlarının hayatı zorlaştırmalarından... Beklentilerinin fazlalılığından... Bir sürü eş-dostun yaşantısına ve evliliğine de şahit olmuş. Hepsi eşinden ve evliliğinden yaka silkiyor...
Evlenmek zor ve gereksiz görünüyor gözüne... Zavallı bir kadının sonsuz kaprislerinin girdabında boğulmak gibi geliyor ona evlilik. Kimi dinlediyse evliliğin, bir insanla yakınlaşmanın, kendini bir insanın aynasında yeniden tanımanın güzelliğinden bahsetmemiş çünkü ona...
Hep kavgayı, gürültüyü, sıkıntıyı ve karmaşayı resmetmiş dinlediği her insan. Evliliğin zorluğundan, ev geçindirmenin baskısından, çocuk derdinden hep korkmuş ve zorlanmayı değil, kendi rahatını bozmadan, kendi dünyasında, kendi zindanında, kendi kendisiyle tatmin olmayı tercih etmenin eşiğinde...
.......
Biz insanlara duruşumuzla, şikâyetlerimizle ve memnuniyetsizliklerimizi ballandıra ballandıra anlatmakla, insanların zihinlerine ve kalplerine hayatın zor, okumanın zor, çalışmanın, evlenmenin, ev kurmanın zor olduğu zannını ekiyoruz...
Kendi beceriksizliğimiz yüzünden kendi çözümlerimizi üretemediğimizden, sonuca ulaşamadığımızdan, kendimize dönüp “Ben nerede, neyi eksik yaptım?” diye bakmak yerine söyleniyoruz ve zehirliyoruz çevremizdekileri.
Kendi zorlanmışlıklarımızı abartarak fazladan övülmek adına, “Bak ben ne kadar zorlanarak, kimsenin yapamadığını yaptım!” demek için, bir zorlandıysak beşle çarpıp öyle söylüyoruz... Okumamız zor oluyor; evlenmemiz, evliliği devam ettirmemiz, doğumlarımız zor oluyor; askerliğimiz, bize düşen öğretmen zor, bizim onbaşı felaket... Hâsılı her şey zor…
Biz zor dedikçe arkamızda hayat da bırakmıyoruz, umut da şevk de...
Sanki her şeyi biz yapıyoruz gibi sahiplenerek zorlukların altından kalkmaya çalışan Herkül muamelesi yapıyoruz kendimize.
Oysa sadece istemek elimizde... İstemek ve yola çıkmak... Yolda bizi ulaştıracak olan Yaratıcı var ve onun için zorluk ve kolaylık diye bir şey yok...
Ayrıca zorluklar geliştirir insanı, rahatlık ve kolaylık ise sadece köreltir...
Ve her zorlukla beraber bir kolaylık var edilmiştir yanı sıra...
Ve biz acziyetimiz yoluyla ilişki kurabiliriz Sahibimiz ile...
O zaman ne okumak, ne evlenmek, ne bir kadınla uğraşmak, ne de bir erkekle uğraşmak, ne çocuk büyütmek, ne iş bulmak, ne iş kurmak zor olacak...
Ve sözlerimize dikkat etmeliyiz. Sözlerimiz var ki insanlara hayat veriyor ve sözlerimiz var ki insanlara ümitsizlik veriyor.