Yüz Yılık Ölü Toprağı
Bu satırların yazarı 25 yıl Almanya’da yaşadı. Politik yaşamı da oldukça aktifti. Bir Almanya sosyalist örgütüne üyeliğinin yanı sıra Kürtlerin gazetelerine de yazılar yazar, çeşitli platformlarda tartışmalara katılır, konuşmalar yapardı. Burada hiçbir örgüt ya da partinin üyesi değil, bir kısmını sizlerin de okuduğu yazılar yazıyor daha çok. Almanya’da “gündemi kaçırmak” kaygısını, yıllık izne çıktığı dönemde bile duymaz, izin dönüşü fazlaca değişiklikle karşılaşmadan, kaldığı yerden devam ederdi yaşamına.
Burada bir gün haberleri izleme olanağınız yoksa ya da akşam haberlerinde hasta ziyaretindeyseniz, önünüzde bir anda değişmiş gündem maddeleri yığılmış oluyor. Her gün yeni bir yazı yazma olanağınız yoksa –ki başka bir işiniz olmamalı o zaman- ya onlardan size en önemli gelen birine temas edecek, ya da bizim hükümetin torba yasaları gibi hepsini bir çuvala doldurmaya çalışacaksınız. Galiba ben bu yazımda ikincisini yapacağım.
Sınırlarımızın hemen dibinde bir insanlık dramı yaşanıyor, silahsız savunmasız Ezidi Kürtlere karşı bir soykırım uygulanmak isteniyor. PKK’nın yardım ve koruyuculuğu olmasa, yüz yıl önce Ermenilere yapılanın aynısını yaşayacaktı Ezidiler. İsrail barbarlığının Gazze’deki katliamı için –haklı olarak- yeri göğü inleten “Müslümanlardan tık yok”(*) “Yaratılanı yaratandan ötürü sevmek” balonu sönüp gitti. Roboskili aileler kendi acı ve yoksulluklarını unutup, yirmi bin Ezidi’ye sınırda yol ve köyünde kucak açarken, bir “Müslüman” gazete olayı iğrenç bir şekilde manipüle etmekle meşguldü. (**) İnsan, “2014 yılında bile bunlar yaşanıyorsa, 1915 yılında kim bilir neler yaşandı” diyor.
Benim akşam haberlerini kaçırdığım sırada “yukarıdaki insanlık dramını bile gölgede bırakacak!!!” başka bir gündem düştü sosyal medyaya. Üç Cumhurbaşkanı adayından biri olan ve seçimi rakibinin kazanmasıyla onu alkışlayarak tebrik eden Demirtaş hedef tahtasına oturtulmuş. En yakın arkadaşlarımdan bazıları bile, bu durum karşısında “dumura uğramış”, herkes bir birinden yardım istiyordu!
Derken iki Ermeni aydın da bir birine girmez mi? Zaten az bölünmüşüz gibi, yeniden bölündük.
Daha çok gündem var, ama burada bırakıp biraz da sadede gelmeye çalışayım.
İlk söylenmesi gereken, eğer siz toplumsal muhalefetin dinamiklerini doğru kavramaktan uzaklaşır, ortaya çıkan –siyasetin dolduramadığı- muhalefet boşluğunun doldurulmasını aydınlardan beklemeye başlarsanız, bu boşluğu en ala şekilde iktidardaki güçler doldurur. Aydınların çoğu, ezenle ezilen arasındaki mücadelede tarafların gücüne göre tavır belirler. Politikanın görevlerinin aydınlara yüklenmesi, oportünist bir sorumluluktan kaçma eylemidir.
Bununla aydınların eleştirilmeyeceğini söylemek istemiyorum elbette. Adına layık aydın olmanın vazgeçilmezi, haklının, mağdurun yanında, güç kurumlarının karşısında olmaktır. Ama bunu biraz daha açalım. Dünya genelinde 70 yıllık Stalinizm, bizim coğrafyamızda yüz yıllık askeri vesayet ve cumhuriyetle birlikte Kemalizm, bu toplumu yalan makineleri ile şekillendirdi. Darbelerden medet uman, Stalin’in Gulag Takımadalarını yücelten solcular bu topraklarda yetişti. Milliyetçilik aynı solcuların yakasından hiç düşmedi. Şimdi ortada dolanan aydınların çoğu bu insanlar arasından çıktı. Her biri –istisnaları elbette ayrı- her an sınırın diğer tarafına düşebilecek şekilde “sırat köprüsü” üzerinde yürümeye çalışıyor. Belli ki, o bahsettiğim politik muhalefet boşluğu doldurulmadıkça, bir o tarafa, bir bu tarafa düşmeye devam edecekler.
Bu ülkede muhalefetin temellendirileceği alanlar o kadar belirgin ki, insan suni gündemlere baktıkça, politik alanda at koşturmak isteyenlerin beceriksizliğini anlamakta güçlük çekiyor. Karadeniz’den tüm Kürdistan’a her yer HES ve baraj adı altında tam bir doğa katliamına, talana maruz kalmış, dünyanın vazgeçmeye çalıştığı atom santralleri bizde halen cazibe merkezi. Karadeniz’e her yıl –akan kanalizasyon suları dışında- 600 milyon ton çöp dökülüyor, balık ve kuş türleri her gün azalıyor.
Son on yılda ekonomi büyümeye, kişi başına düşen milli gelir 3 kat artmasına rağmen, emekçilerin, emeklilerin reel satın ala gücü yerinde sayıyor. Sendikasızlık, aşırı çalışma saatleri, iş güvenliğinin yokluğu, taşeronlaşma gibi çalışanların sorunları sahiplenecek birilerini bekliyor. Açık ki tüm bu sorun ve talepler makul bir şekilde sahiplenildikçe, demokratik hak ve özgürlüklerde direndikçe o boşluk doldurulacak.
Ama bu asla, “anayasa kitapçığı fırlatmakla”, el sıkmakla ya da sıkmamakla, tebrik etmekle ya da etmemekle olmayacak.
Toprak yeşeriyor, ama yüz yıllık ölü toprağı hızlı ürün vermiyor.
(*) kastettiğim elbette duyarlı Müslümanlar değildir.
(**) İlgili yazının linki: http://www.demokrathaber.net/guncel/aciyi-iyi-bilen-roboski-koyu-20-bin-sengalliyi-agirladi-h37424.html