Yorgunluk
Önümde duran bir kaç kitap.
Kendine bile hayrı olmayan, öylece dönüp duran bir Vantilatör.
Şimdi ne söylesem ne yazsam da geçse kalbimin kırıklığı.
Hayat tüm acımasızlığıyla taviz vermeden devam ediyor. Bu acımasızlığın içerisinde, Melun: Ben. Yorgunum. Bu, öyle bir yorgunluk ki gelip de geçer ömrümün en sadık yanı.
Yorgunluk, bir diğer acıdan baktığımda; ben seni tasvir edecek kelime bulamazken senin ona şiirler dizmenden. Kelimelere yükleyecek hiçbir nüans bulamamamdan.
En çok da yazdıklarımdan değil yazamadıklarımdan acı çekiyorum. Hem, insan niye yazar ki? Hissedemediklerini hissetmek için mi, yoksa hissettiklerini anlatamadığı için mi? Ya da yaşadığı hayatın altından kalkamadığı için mi? Sahi açısıyla tatlısıyla yaşamak varken insan niye yazar ki?
Yazmak, içini döküp rahatlamaksa eğer yazamadıkları neyin nesi insanoğlunun.
Hem ben şimdi neresindeyim bu yazının? Hakimi miyim yoksa kölesi mi? Ben şimdi ölümsüzlükler ülkesinde ölüyüm. Hepsi bu.
Bu öyle bir ölmek ki yaşadığım dünyaya baş kaldırmak gibi bir şey. Baş kaldırıp da hissettiğim duygudan midemin bulanması gibi.
Sevgi ve nefret arasındaki o ince çizgi.
İman ve küfür arasındaki hassasiyet gibi.
Yanmak gibi. Yanıp da temizlenmek.
Dışlanmak ama her şeye dışarıdan bakabilmek.
Velhâsıl-ı kelâm hayatın ta kendisi.
Yazmaya sebep olan belki de en önemli etken ayrılık. Ne hazin, heyhât.
Senden ayrılmaya karar verdiğim gün kedi aldım. Aldım evet ama kedi almak marifet değilmiş, öğrenmiş oldum. Her gün yeni bir huyunu öğreniyorum. Onun dünyasıyla tekrar büyütüyorum kendimi. Yavaş yavaş bağlanıyorum sanırım. Bu küçücük avucumun içi kadar olan şey, yine benim küçücük ama dünyaları içine alan yüreğim gibi yarı uyku halinde. Gece derinleştikçe mırlaması artıyor hanımefendinin. Yüzümde minnetin en büyüğüyle tebessüm ediyorum.
Sağ yanımı dönsem duvar. Sol yanımda kedim rahatsız edemem. Olduğum gibi hiç kıpırdaman kapatıyorum gözlerimi kör karanlığa.