Yolsusluk Davalarından Siyasal Bir Sonuç Çıkmayacağı Üzerine
Oluyor nerden baksam bir on yıl… Özel sektörde geçen 16 yıldan sonra, yaş da ilerlemiş, annemin deyişiyle, bir günün yerine geçmeyen yıllardan sonra… Bizim özel sektör işte, işler iyi gittiğinde patronlar kendilerinden bilir, servetine servet, refahına refah katar; kötü gittiğinde çalışanlardan bilir, fedakârlık bekler… Kolayıdır işin bu yanı, zorlamaz kendini neden oluyor, ne önlemler almak gerekiyor diye… İlk akla gelen çalışanlardan kısmaktır, çalışanları kısmaktır… Bizimde bazen tutar dikleneceğimiz, bir diklendik mi de atamıyoruz geri adım nedense… Nedense “özür dileyip” dönemiyoruz gerisin geriye, başlayamıyoruz yeniden hiçbir şey olmamış gibi… Becermiyoruz “..eyvallah beyim” deyip, risksiz yaşamlarda figüranlığa devam etmeye…
2001 krizi yıllarında dostların “… Zamanlaman hiç de iyi olmadı…” dediği bir dönemde, kendimi, hiç aklımda olmadığı halde, serbest çalışan mali müşavir olarak nafakasını çıkarmaya çalışan birisi olarak çalışma hayatında buluverdiğim yılların başlarıydı velhasıl… Bir Cuma namazı dönüşü komşu esnaflarla konuşuyoruz. Oğlunun hesap uzmanı sınavını kazandığını, işe başladığını söylüyor.
Sevindik, kutladık, hayırlı olmasını diledik… “Cemaate yakın olmanın faydasını gördük, verdiklerimiz geri döndü” diyor, sessizce… Benim şaşırdığımı görünce arkadaşıma dönüyor: “Bilmiyor galiba..” diye kinayeli bir gülümsemeyle, bi haber olmama şaşırdığını belli ediyor. Arkadaşımda gülümsüyor, “Onun bu işlerle ilgisi pek yok..” diye cevap veriyor arkadaşım. O zaman anlıyorum komşu esnafın bir cemaate yakın olduğunu.. İşyerlerimize yaklaştığımızda bir birimize hayırlı işler dileyip ayrılıyoruz.
Arkadaşım ilk mükelleflerimden, işyerlerimiz yan yana… Bana ilk destek verenlerden, işe başlamadan çay içip sohbet ediyoruz. Süleymancı cemaatine yakın olan arkadaşım, onun Fetullah cemaatinden olduğunu söylüyor. AKP seçimleri yeni kazanmış, tüm cemaatler AKP’yi destekliyor, artık faaliyetlerinde daha rahat olacaklarını düşünüyorlar.
Bizimki kendi cemaatini anlatıyor: “Bizimkiler bu seçimde Çiller’i (DYP’yi kastediyor) destekledi, ağabeylerden gelen talimatlar doğrultusunda bende oyumu Doğruyol’a verdim. Ama AKP’nin seçilmesine de sevindim. Bizimkilerin (Süleymancılar) siyasetle pek işi olmaz. Bizimkiler genellikle yurt yapar ve fakir öğrencileri bu yurtlarda barındırır ve okumalarını sağlar hemde dini eğitim verir. Biz her ikisine de önem veririz.
Dinini bilen okumuş insanlar yetişmesini sağlar yurtlarımız. Siyasetten beklediğimiz bize fazla müdahale etmesin, bizde onlardan bir şey beklemeyiz; bizimkiler genellikle ticaretle uğraşır, bir birlerine yardımcı olurlar…” Pür dikkat dinliyorum, hiç de tuhaf gelmediği gibi, hayranlık da duyuyorum dayanışmaya… “Bir çok şehirde yurtlarımız vardır, öne çıkmayı sevmeyiz, yurtları da yine cemaate gönül verenler el birliği ile zekat vererek yaptırır, donatırlar… Mesela ben bir yurda giriş kapısı yapıyorum, parasını cemaatten birisi veriyor.
Kapı takmaya gittiğimde seni de götüreyim istersen?” isterim demiştim ve Eleşkirt’te gitmiştik birlikte… Sefaköy’de ve Ümraniye’de de bir yurtlarına gitmiştim, gezmiştik birlikte…
Yurtlar tertemizdi. İçeride terliklerle dolaşılıyor, her yer halı döşeli, yatakhaneler ikişer veya üçer kişilik, cemaatle namaz kılınacak genişçe bir salon aynı zamanda okuma/ders çalışma yeri olarak kullanılıyor. Genç öğrencilerin çoğu Anadolu’dan gelme, Eleşkirt’tekiler genellikle köylerden gelenlerdi.
Cemaat yurtlarından yetişip üniversitede okuyanlar, yurtlarda kalanları üniversite sınavlarına hazırlamak için geliyorlarmış ara sıra… Yurdu yöneten hocalarla da sohbet ediyoruz, arkadaşlarla geldiğim için benimle rahat konuşuyorlar. Hiç siyaset konuşulmuyor, eğitim, yapılanlar, öğrencilerinin başarılarından, öğrenci ailelerinin imkânsızlıklarından söz ediliyor…
Yine bir gün oğlu hesap uzmanı olan komşu esnafla konuşuyoruz. İstanbul’a atanmış, denetimlere çıkmaya başlamışlar. Genç hesap uzmanı babasına denetledikleri yerlerde karşılaştıklarını anlatıyormuş, “Nelerle karşılaşıyoruz, kocaman firmalarda ne usulsüzlükler çıkıyor, faturasız mal satanlar bile var?..” Baba dayanamamış, “Oğlum sen Boğaziçi’nde nasıl okudun sanıyorsun? Ben her yaptığım işe fatura kessem sen zor okurdun… Fazla da gitme milletin üstüne..” demiş. Sonra da gözlerimizin içine bakarak, “Gerçek hayatı yeni öğreniyor..” demişti.
Hatırlarsınız bir Bakan “Vergi kaçırıyoruz ama yatırım yapıyoruz..” demişti (DYP’nin bir bakanı). Rahmetli bir Cumhurbaşkanımızın kardeşi de “..Biz hesabımızı ahirette veririz…” demişti. (Bunlar basına yansımıştı.)
Ekonomik ve sosyal hayatımızın bir gerçekliğidir kayır dışı ekonomi. Yüzde 50 ila 70 ler arasında bir kayıt dışılıktan söz edilir resmi ağızlardan. Bu şu demektir, bizler devleti hep dışımızda bir kurum, yapılanma olarak görmüşüzdür. Devleti tüm sosyal ve ekonomik aktörlerin bileşkesi olarak içselleştirememişizdir bir türlü… Devlet, hep Osmanlıdır, bir gün, ansızın mültezim gelir ve ürettiklerimizin bir kısmına el koyar gider. Onun için devletten ne saklayabilirsen, ne kaçırabilirsen o kadar ayakta kalabilirsin… Devleti yönetenler de (ele geçirenler) “Bal tutan parmağını yalar” veya “Yiyiyorlar ama yapıyorlar da...” özdeyişine uygun olarak, saltanat sürmek için ekonomik kaynaklara el koyar ve bunun hesabı sorulamaz.
Hal böyle olunca genlerimize işlemiştir, kayıtdışılık, vergi kaçırma (ekonomik kaynakları devletten kaçırma)… Yolsuzluk da devlet yönetiminde olağandır, işin (siyasetin) doğasında vardır… Onun içindir geniş kitlelerce hor değil hoş görülmesi… Onun içindir ki her gelen gideni aratır nasılsa… Onun içindir yiyen yiyeceği kadar yemiştir, daha fazlasına ihtiyacı yoktur; yeni gelende yiyecektir, bir de onu doyurmakla zaman geçireceğiz, korkusu hesap sormayı engeller. Birde şu vardır ki, hesap sorayım derken hesap vermek zorunda kalmakta var….!
Velhasıl, hepimiz cüssemize göre biraz hırsızlığa meyilliyizdir, yolsuzluğa bulaşmışızdır. Üstelik yolsuzluklardan ocağına 200, 300 damlayanımızda vardır (hayırsever yardımları); festival, şölenlerden yılda bir-iki eğlenceye çıkanlarda da (sponsorlar katkıları) vardır. Düzen böyle düzülenlerle düzenlerin hafifmeşrep halveti içinde sürüp gidecekken, kurulu düzene çomak sokmak havanda su dövmekten öteye neye yarayacaktır?
Hesap veremeyenler hesap sorabilirler mi ki? Bizde yolsuzluk, kayırma-kollama davalarından siyasal bir sonuç çıkmaz. Ne zaman çıkar? Popülizmin karşısına siyasetin değil, akıl ve bilimin (erdem ve bilgenin) jakobence çıkabilecek cesareti bulabildiği zaman… 05.01.2014
Asım SES