Yokuş Ocak’tan İnciler!..
Günümüz şairlerinin ve şiirlerinin eksiklikleri, açmazları, çıkmazları diyorsunuz. Söylenecek o kadar söz var ki … Nerden başlamalı kestiremiyorum. Ülkemizde yayımlanan kaç edebiyat dergisi var, doğrusu bilmiyorum. Üç büyük kentimizin başı çektiği edebiyat çalışmaları, kim ne derse desin, sürüyor. On yılı çoktan aşan dirençli dergiler yanında, bata-çıka yürüyenleri de düşünürsek, bunlara kitap eklerini, fanzinleri de eklersek, bu iş yürüyor demektir. Şiir öldü… Öykümüzün eski tadını bulamıyoruz…
Ortalığı sağdan soldan araklanmalı ya da açık saçık romanlar kapladı… Görece olan bu tür konuşmaları pek ciddiye alamayız. Ancak şunu da söylemeden geçemeyiz. Bugün eli yüzü düzgün dergi sayısı 15-20’yi bulmaz. Bu yazımda dergilerden değil, şairlerden yola çıkmak istiyorum.
Dergilerde, seçkilerde, şurada burada şiirleri görünen, adları bilinen şairleri ya da şiircileri bin kişilik bir ordu olarak düşünürsek pek yanılmış olmayız. Bunların yarısı için “Yazmasalar da olur; Türkçe şiir bir şey kaybetmez!” denilebilir. Çünkü bunların ne dil bilinci var ne de belli bir birikimleri. Şiir üzerine işçilikleri hemen hemen hiç yok. Bunlar uydurma sevgililere, genellikle ağlar-yalvarlı, mazoşist motifli dizeler döktürmeyi hüner sanıyorlar. Doğaçlama havaları hiç değişmiyor. İlhamcıdır çoğu; bir tür vahiy beklerler. Bu tutum kendilerini şiirden uzaklaştırıyor.
İnsanın kendini önemsemesi iyi de, kendini önemli sanmak başka, önemli biri olmak başkadır. Onları burada bırakıyorum.
Gelelim ikinci yarıya. Bunların da yarısı kötü şiir yazıyor. Katı düşünceler içinde şiirlerini ideolojileri uğruna kullanıyorlar. Oysa bu tür kamplanmalar, ister sağda olsun, ister solda, şiiri yavanlaştırmaktan öteye gidemiyor. Neruda’nın şiirleri kimseyi komünist yapmadığı gibi, faşist Mussolini’ye yamanan Ezra Pound’ un şiirleri de kimseyi faşist yapmaz. Bunların bir bölümü de kapalılık sevdası içinde, kendilerinden başka
kimsenin anlayamayacağı şiirler üretiyorlar. Okuyucuyu, bilmece çözmeye zorlamaya ne hakkınız var ?
İşin en kötü yanı, bunların zaman zaman düşeş oturtmaları; başarılı denilebilecek şiirler üretmeleri … Burada çok yaygın olan bir hastalıktan söz etmek gerek. Her kesim şairlerimizde görülen şiir araklamaları, sözcük araklamaları, izlek araklamaları… Bu konuda dertli olanlar, gitsinler dertlerini Marko Paşa’ya anlatsınlar. Çünkü ortada ne suç bulunuyor ne de ceza görülüyor. Yazın dernekleri, onur kurulları niye deşmezler bu konuyu, anlamış değilim. Araklamanın en yaygın olduğu bölüm, bu bölümdeki şairlerde oluyor daha çok.
Sona kalanlar mı kimler? Şiir denen bu oyun, firesi % 90 olan; ( belki daha fazla ) çetin, zor, deli edici bir oyun. Son bölümdekiler bu oyuna düşmüş, ne kurtulmaları ne de mutlu olmaları mümkün olmayan kimselerdir.
Düşünelim şimdi: Yüz tane şiir yazacaksın.
Bunların ancak onunun gün yüzüne çıkması, tutması, beğenilmesi, genel kabul görme şansı olacak. O on şiirin, on yıl sonra ayakta kalma şansı ise, kuyruklu yıldız şansı.
Bu girişten sonra, daha ciddi şeyler söylemek için bazı saptamalar yapmak istiyorum
Yersel, göksel bütün öğretiler, birer ütopya olarak ele alınmalıdır. Her öğreti bir yaşam tarzına zorlar toplumları. Ütopik düşünceler uygulamada, yer yer başarılı sonuçlar verse de uygulanma olanakları, her zaman kolay olmuyor; kavgalar çıkıyor. Yönetenler, erk sahipleri, uygulamalarda kendilerine uygun yorumlar içine giriyorlar. Yönetilenler eziliyor, horlanıyor, mutsuz bırakılıyor.
Kralların kiliseleri karşılarına almaları, Thomas More (M.S.1478-1535) olayı. İngiltere Kralı V111. Henry’ nin More ile çekişmesi (M.S. 1531). Arabya’da Emevi-Abbasi kavgası (M.S. 750) İslam anlayışında yeni yorumlar, yaklaşımlar…
Kapitalizm-Komünizm kavgası… Para-emek çekişmeleri. Bizde de son yıllardaki Cumhuriyetçi-dinci kavgası… Tüm bunlar gösteriyor ki hiçbir öğretinin, ütopyanın uygulanması tam yerine oturmuyor; eksik kalıyor, çarpıtılıyor. Bu noktadan demokrasiye geçmek istiyorum. Demokrasi de bir ütopyadır. Ancak yaşadıklarımız, gördüklerimiz, Türkiye’de demokrasinin pek de anlaşılmış olduğunu göstermiyor. Neden mi? Eğer birileri, birilerini düşüncelerinden dolayı sorguluyorsa, cezalandırıyorsa, özgürlüğünü elinden alıyorsa orada duracağız. Duracak ve de demokrasiyi tartışacağız. Bugün partilerden derneklere kadar, hiçbir kurumumuzda demokrasi içe sindirilmiş görülmüyor. Özellikle siyasal partilerimiz demokrasiyi kapılarından içeri sokmamak için özel çaba harcıyorlar. Partilerimiz,
Parti Disiplini adına, tek kişilik güç halindedir. Burada şu noktaya da değinmek isterim. Demokrasi, eğitilmiş toplumların yaşam tarzı olabiliyor. Az gelişmiş ülkelerde, demokrasi bünye değiştirip despotluğa dönüşüyor. Bunları niye söylüyorum? Konumuz şair-şiir değil miydi? Şunun için söylüyorum: Yazar-çizer takımımız, düşün insanlarımız, ülkemizde hiçbir dönemde demokrasi içinde yaşayamadı. Bunu ne yönetimler istedi ne de yönetilenler hak etti. Şairlerimizi bu saptanan resim dışında bırakamayız. Şimdi sormayacak mıyız kendi kendimize? Yani şairlerimiz şiirlerini özgürce yazamıyorlar mı? Yanıtım şu: Hayır yazamıyorlar! İki nedenle yazamıyorlar. Birincisi demokrasi tıkanıklığından… İkincisi ideolojik kamplanmalardan… Böyle olunca, Şiir Akımlarımız diye adlandırdığımız bütün girişimler havada kalıyor bir bakıma. Niye mi? Bir çok yerde sordum, yazdım bunları. Yeni bir şiir akımı dendiğinde, soruyorum: Sizin düşünürleriniz kimler? Yanıt yok.
Öykücüleriniz, romancılarınız kimler? Yanıt yok? Tiyatrocularınız, sinemacılarınız… Yanıt yok. Ressamlarınız, yontucularınız , karikatüristleriniz… Üniversitelerden kimler var… Ya sizi izleyen, alkışlayan halk… O yok, bu yok. Oysa her akım bir düşünce yapılanması içinde, yeni bir yaşam tarzını da beraberinde getirir. Sanat bir bütündür. Akımlar, ne tek başına şairlerle olur ne de ressamlarla, tiyatrocularla… Ve en önemlisi de annen baban gibi yaşamını olduğu gibi sürdürüyorsan, sen neyin akımından söz edeceksin ki? Bir de Anadolu halkı gibi, kendini değişmemeye kurmuş bir toplumla, siz öksürüğünüzü bile zor değiştirirsiniz.
Son bölüm şiircileri, bana göre şair olma yolunda en şanslı olanlardır. Bunları düz insanlar olarak algılamak istemem. Nedir düz insandan amacım? Her gün her yerde, bir sokakta, bir toplantıda, bir dernekte, bakkalda, pazarda rastladığımız insanlar… Kafamdakiler bunlardan değil.
Düşünceleri ile, konuşmaları ile, yazdıkları çizdikleri ile, az bulunan, az görülen, örnek alınsa bile ulaşılması zor olan, azınlıktaki kimseler… Bunlar her duaya amin demezler, her ele el uzatmazlar, diz çökmezler, yakınmazlar, yalvarmazlar…
Bunlar eskilerde bıraktığımız şiircilerimiz gibi, besmele çekip Padişahım Efendime, Şeyhim Efendime… diye şiirlerine başlık açmazlar. Peki bu bölüme sıkıştırmaya çalıştığım kimseler, böyle midirler? Nerde? Öyle olsalardı, Türkiye şimdiye dek çoktan kefeni yırtmış, mutluluğu yakalamış olurdu. Şimdi bir takım saptamalar yapmak istiyorum.
1. Türkiye gelir dağılımı bakımından en adaletsiz dönemlerinden birini yaşamakta. Kaba bir yaklaşımla, % 10 vatandaşımız, ulusal gelirimizin % 90‘ını, % 90 vatandaşımız da geriye kalan % 10’ nu almakta.
Bunun sonucu % 12’lere ulaşan bir işsizler kalabalığı, ülkeye küskün, umutsuz, ne yapacağını şaşırmış durumda ayakta kalmaya uğraşmakta. Her evde her gün bir trajedi yaşanmakta. Dişinden tırnağından kesip çocuğunu okutan aileler, bu işsizlik furyasında, işsiz çocuğuna harçlık yetiştirememekte, sızlanıp durmaktadır. PKK olgusu da bu tablonun dışında ele alınamaz. Anadili Kürtçe olan vatandaşlarımızın bu dil çapraşıklığı (pek çok Kürt, sadece Türkçe biliyor ya da sadece Kürtçe) şiirimizde irdelenmesi gereken bir konu.
2. Eğitim sistemimiz bir türlü rayına oturtulamadı. Ben Sokrates’in Savunması’nı okuduğumda Lise 10. sınıftaydım. Şimdi Parlamentomuzda bir sormaca yapılsa, Savunma’yı okuyanlar % 10‘u bulur mu acaba?
Birçok yerde söyledim; bu sistem içinde 72 milyonluk bir ülkeyi yönetecek adam zor çıkarırsınız siz. Şiirin ister esinle (ilham), ister Allah Vergisi bir yetenekle yazıldığı söylense de bu işin bir beyin işi olduğunu yadsıyamayız. Bu bakımdan, bilgisi kıt bir toplumun, şiirde belli bir düzeyi yakalamasını pek düşünemiyorum. Son yıllarda söylenen izlek darlığının nedenini burada aramak gerekir. Diyelim donanımlı şairlerimiz var. Bilgili görgülü, ne yapacağını, ne yazacağını bilen… Bunların ürünlerini kimler okuyup değerlendirecek ki? Bir konuşmamda söylemiştim: Şiir okuyucusu da kendini yetiştirmek zorundadır. Armut piş, ağzıma düş, olmaz.
3. Demokrasi’nin vazgeçilmez kurumlarından olan siyasal partiler, yıllardır Partiler ve Seçim Yasaları’ nı çağdaş bir düzeye ulaştırmada, halkı oyalayıp duruyorlar. Ben elli yıldır seçimlere katılıyorum. Halk olarak kimseyi seçtiğimi söyleyemem. Önüme konulan adları körü körüne onaylamaktan başka … İstediğiniz denli yetenekli, birikimli olun, eğer yüklü bir paranız yoksa, sizin Parlamento’ya seçilme şansınız yoktur. Parasızlıkları ile övünen edebiyatçıların, özellikle şairlerin, bu durumda Meclis’e girmeleri çok zor. Edebiyatçıların Meclis’e girmeleri şart mı derseniz, yanıtım: Evet, şart olacaktır. Niye mi? Çünkü edebiyatçıların da seslerini duyurmaları, sorunlarını ortaya dökmeleri gerekmiyor mu? Bunun başka yolu var mı? Bakınız, komşumuz Suriye bile, edebiyatçılarını ev sahibi yapıp, belli yerlere yerleştirmeyi akıl etmiş ve de bunda başarılı olmuştur. Onların telif haklarını koruma altına almıştır.
4. Televizyonlar Türkçeyi doğru dürüst konuşamayan kimselerin eline düşmüş durumda. Gazetelerimiz yazım yanlışlarından geçilmiyor. Edebiyat sohbetleri çekiciliğini yitirmiş durumda. İnsanlarımız ucuz görüntülere, uyuşturucu dizilere koşullanmış durumda. Medya halkımızı uyuşturmada, uyutmada, dünyadan habersiz bırakmada sanki sistemli bir çaba içinde. Hele kültürel programlar sanki sansür altında. Bu kısır döngü içinde edebiyatçı olmak, hele şair olmak ne yazar?
5. Alevilerin Cem Evleri sorunu, asıl noktasına oturtulamadı. Cem Evleri yaşanılan zamana odaklanmış, dünyasal bir yapılanma. Öbür Dünya’nın yerini, bugünün dünyası alıyor.
Bu durum, farklı düşünce disiplinlerini ve yaşam biçimlerini de öngörüyor. Doğaldır ki, bu farklılık, farklı bir şiiri doğurur.
Şimdi bu saptamalardan sonra şunları eklemek isterim:
- Şairlerimiz, düşünsel özgürlüklerini hazmetmiş durumda değiller; ekonomik özgürlükleri sorunludur. Çoğu, yaşamlarını tıpkı ana-babaları gibi sürdürmek zorunda kalmış durumda. Yazılanların çoğu çarpıcı olmaktan uzak, bir örnek şeyler… Bazen insanlarımız söyleniyorlar, hep benzer şiirler yazılıyor diye.
- Şiir - şair- dergi - eleştiri - övgü – sövgü vb. organizması, dalkavukluktan paçasını kurtaramamıştır. Bu nedenle değerler tam yerini bulamıyor. Edebiyat gerçek saygınlığını kazanamıyor. Şairler birbirlerine saygılı, sevgili olmazsa, dışarıdaki kimseler size niye ilgi göstersin ki? Şiir, kitapçı raflarına giremiyorsa, bunun suçluları birbirini sevmeyen şairlerdedir bence.
- Çoğu şair kolaycılığa alışmıştır. Dil öğrenmek gereğini duymuyor. Kendi dilini bile doğru dürüst öğrenme çabası göstermiyor. Şiirlerinin yere basması için Anadolu’yu gezip görmesinin, açıkçası öğrenmesinin önemini bilemiyor. Başka yerde de yazdım, söyledim: Doğu Anadolu şiiri ile Orta Anadolu şiiri ya da Akdeniz şiiri ile Karadeniz şiiri birbirlerinden farklıdır; farklı olmak zorundadır. Çünkü farklı coğrafyalar, doğaldır ki farklı şiirler doğurur. Bir Akdenizli ile bir Karslının ya da Diyarbakırlının şiirleri aynı olamaz. Bu harmanı iyi karıştırmak gerek.
- Şiir ödülleri: Karşısında değilim. Ancak seçiciler kurulu, bir şiire, bir şaire niçin ödül verildiğini açıklamak zorundadır. Olmazsa, dedikodulara katlanmak zorunda kalırlar. Sonra, son yıllarda seçici kurullar aynı adlar üzeride yoğunlaşmış durumda. Unutmayalım ki bir insan, Hz. Eyyüb bile olsa 24 saat şiir okuma sabrını gösteremez. Bu işin üstesinden nasıl geliyorlar, anlayamıyorum.
- “ Türk şiiri Batı şiirinden ilerde…” deniliyor şurada burada. Pek inandırıcı görünmüyor bu sözler. Bunlar akademisyenlerin, üniversitelerin işi… Beşer yıllık programlarla, emek isteyen, zorlu çalışmalarla ulaşılabilecek sonuçlar bunlar. Devletin uzmanlardan kurulu çeviri ekipleri olmalı. Bunlar çeşitli ülkelerden, dillerden, çeviriler yapmalı. Kendimizi boy aynasında o zaman görürüz. Doğaldır ki şiirimizin tanınması için, bizden de çeviriler yapılmalı diğer dillere. Bunlar kişisel çalışmalarla olmaz.
- Eleştirmenlerimiz yok; şiirimiz hakemsiz oynanıyor. Bu da ayrı bir kaos şiirimizde.
Şiirimiz üzerine her gün yazılıp çiziliyor.
Türk şiirinin nerelerden geçip bu günlere geldiği elbette konuşulacak. Ancak siz kimseyi Divan şiirimizi sevmeye, günlük yaşamımıza katmaya zorlayamazsınız. Tekke şiirini niye sevecek günümüz insanı? Sazla bütünleşen nefesleri, uzun havaları, çağdaş insana şırınga etmek mi gerek? Radyolar, televizyonlar sanki yavanlık yarışındalar. Bu yıl bir Kol Bastı çıktı.Yer gök Kol Bastı’dan geçilmiyor. Çocuğu oynuyor. anası oynuyor, babası oynuyor… Oyna babam oyna… Bunların eli yüzü düzgün şiire çok büyük zararları oluyor. Zevklerin, duyguların incelmesi, kentleşmesi, düzeylerinin yükselmesi başka baharlara, çok uzak baharlara kalıyor. Evet, hızla köylüleşiyoruz. Şiirimiz de köylüleşiyor bunların sonucu. Unutmayalım ki şiirin dinamiği kentseldir; eğitilmiş kentli insandır.
Kaynak: www.yokusdergisi.com