Yine Fetih Üzerine
Seçimlere 10 gün kaldı; seçim yazıları yazacağıma, takıldım kaldım şu “İstanbul’un Fethi Törenleri” konusuna.
Konu, toplumsal ve siyasal zihniyetin en keskin olarak açığa çıktığı bir alan olması nedeniyle çok önemli.
Toplumun zihinsel kodlarının şekillenmesinde ulaşılan bu faşizan sonuca, mevcut eğitim sisteminin katkıları sayılamayacak kadar çok.
Milliyetçiliğin ve dinciliğin harmanlanmasıyla fetih kutlamalarında ortaya çıkan faşizan anlayış epeyi yaygın.
İstediğiniz kadar demokratik yasalar yapabilirsiniz. Demokrasi salt yasalarla değil, daha çok kültürle, tavırla, zihniyetle geliştirilir ve yaşatılır. Onun için demokrat olmak, demokrasinin lafızlarından bahsetmek değildir. Demokrat olmak, her şeyden önce onun hukuk anlayışına ve tavrına sahip olmaktan geçer. Yoksa demokrasinin kâğıt üzerindeki ibarelerden öte bir anlamı olmaz.
Bu gerçeği ifade etmenin en iyi yolundan biri de, işte bu İstanbul’un Fethi Törenleridir. Böylesi konular, demokrasinin turnosallarıdır.
Küçükçekmece Belediyesi, İstanbul’un fethinin 558. yıldönümü dolayısıyla “Evlad-ı Fatihan ve Fetih Şöleni” düzenlemiş.
Küçükçekmece Belediye Başkanı Aziz Yeniay konuşmasında, “ Kosova’da, Bosna’da, Makedonya’da tek bir kılıç kullanılmamıştır. Tek bir can alınmamıştır. Bir fetih gerçekleşmiştir, işgal edilmemiştir. Orada Osmanlı’yı, Türkleri görüyoruz. O yüzden Evlad-ı Fatihan diyoruz. Orası bizim tamamımızdır” diyor.
Haydi bakalım, ne yapacağız?
Tarih desen tarih değil, edebiyat desen edebiyat değil, masal desen masal değil. Peki, nedir bu?
Bu müthiş bir tarihi çarpıtmadır. Bu sığ ve kaba bir siyasettir.
Bu, gerçeğin yerine uydurulmuş, hayal edilmiş bir geçmiş kurgulama uğraşısıdır.
Bu bir ecdat edebiyatıdır.
Milliyetçilik veya dincilik, bir ecdat edebiyatına dayanmak zorundadır. Uydurulmuş bir geçmiş yaratılır: Bu geçmiş güçlüdür, adildir, üstündür, ahlaklıdır vs. Faşizan ideoloji, kitleleri o geçmişi yeniden yaratmanın peşinde koşmaya sevk eder. Ancak öyle bir geçmiş, hiçbir zaman olmamıştır!
Demek Osmanlı oraları alırken hiç kılıç kullanmamış, bir can dahi almamış!
Bizimle dalga mı geçiyorsunuz?
O bölgelerde yaşayan toplumlar Osmanlı’ya neden kucak açsınlar ki?
Herhalde o toplumların ya hiç onuru yoktu ya da öyle kötü yönetiliyorlardı ki, kendi zalim iktidarlarından kurtulmak için Türkleri tercih ettiler.
Bu mantığa göre Türkleri tercih etmeleri, Türklerde zulmün olmaması, Türklerin adaletli, üstün bir yapıya ve şefkatli bir kucağa sahip olmaları nedeniyle oluyor!
İşte ecdat edebiyatı budur; hayali bir görüşün sığ sularında kulaç atmaktır!
İşte ecdat edebiyatındaki “Biz” ve “Öteki” üzerinden kurgulanan faşizanlık, ırkçılık, milliyetçilik budur!
Demek ki Aziz Yeniay ve onun görüşünde olanlar doğru söylediğine göre, konuya ilişkin ne kadar kitap okumuşsam, bunların hepsi yalan yazıyor!
Ben yakmaz mıyım bu kitapları?
Yahut Haldun misali götürüp atmaz mıyım Nil’e?
Oralar (Balkanlar) ecdadımız tarafından işgal edilmemiş, fethedilmiş! Lafa bakın!
Öyle ya, biz fethederiz, ötekiler işgal eder!
Yunanlılar 1919’da İzmir’i, İngilizler 1918 yılında İstanbul’u işgal ettiler.
Ama Osmanlı İstanbul’un önlerinde günlerce savaşarak surları aştı, on binlerce insanın ölümü sonucunda şehre zorla girdi, üstelik şehri 3 gün yağmaladı ama bu işgal değil, fetihti!
Kelimeler yalnızca konuşmak için değil, oynaştırmak için de vardırlar!
Kelimeler ve dil; tarihin en oynak alanıdır!
Siyaset bunu kaldırabilir (Kaldı ki bu, çok kötü bir siyasettir!) ama vicdan asla!
Başkan Yeniay, “Orası (Bosna, Kosova, Makedonya - y.n.) bizim tamamımızdır” diyor.
Bundan yalnızca bir kültürel bağ kastedilmiyorsa, oralar şimdi bizim sınırlarımız içinde olmadığına göre, eksildiğimiz ve ne zamanki o bölgeler bizim topraklara katılırsa, o zaman tamama ereriz anlamı çıkar ki, bu da “Milli Görüş” damarında bulunan yayılmacı ve dinci faşizanlığı ifşa eder. Bunun “Kızıl Elma” görüşünden içerik olarak ne farkı var? Enver Paşa’da aynı hayalle Osmanlı’yı Birinci Savaşa soktu ve Kızıl Elma uğruna Türkmenistan Basmacılarının başına geçerek siyaseten ölmüşlüğünü beden ölümüyle tamamladı!
Türkiye’de demokratik bir yapının, zihniyetin, kültürün yerleşmesi için uzun erimli bir mücadele gerekiyor. Bu toplum en azından iki kuşak sonrası bir dönemde o aşamaya gelecek diye düşünüyorum.
Bizlerden ve çocuklarımızdan geçtik!
Bilmem yanılıyor muyum?