Yıllar Sonra
Sana bu satırları köhne bir kasabanın salaş bir meyhanesinde, bir bacağı kırık masayı aydınlatan gemici fenerinin ışığında yazıyorum…
Adresini bile bilmediğim her hangi bir posta kutusuna senin adına gidecek bir mektup daha az sonra yola çıkacak...
Belki de sabahı bekleyecek…
Hala daha nedenini bile bilmediğim bir ayrılığın pençesinde yaşanmamış yılların hesabını soruyorum kendi kendime…
Sayısını unuttuğum sana yazılan bu kaçıncı mektup bilmiyorum, tıpkı şimdi nerede kiminle olduğunu bilmediğim gibi…
Keşke bilebilsem yosun gözlüm şimdi nerede?
Söyle be yosun gözlüm, gözlerinden gözlerimin izi silindi mi?
Ellerine başka bir el değdi mi?
O lepiska saçlarını bir başkası kokladı mı?
Bütün bu düşünceler yıllar yılı beynimin içinde kendi kendine cevap bulmaya çalışıyor…
Ve her gece bu salaş meyhanede senin için özenle seçtiğim mektup kâğıtlarına sana olan sevdamı dile getiriyorum…
Bu bacağı kırık masada bazen gemici fenerinin, bazense şinanayın aydınlattığı şarap kokusuyla buluşuyorum… İşte…
Onlarla dertleşiyorum…
Ben bildiğin gibiyim yosun gözlüm, bende değişen bir şey yok…
Var var yaa…
Yok dedim ama benim tek değişkenliğim
artık deniz kabuklarından kolyeler, bilezikler, yüzükler yapmıyorum…
Sensizliğe gömüldüm yosun gözlüm…
Şarap şişelerine, kırık bardaklara seni anlatıyorum…
Denizkızı güzelliğini onlarla paylaşıyorum…
Bir de anlamsızca ayrılığımızı…
Seni bulamayışımı anlatıyorum yosun gözlüm, seni bulamamanın verdiği çaresizliğimi yazdığım, bilinmeyen adresi belli olmayan posta kutuna gıyabında yolladığım hasret dolu mektuplarımı yosun gözlüm…
Haa unuttum bak, sana daha önceden yazmalıydım bunu, ola ki gelirde beni ararsan bulman kolay olsun diye benim o virane tekneye “YOSUN GÖZLÜM” adını vermiştim, işte benimkisi de bir umut…
Hep bir gün, evet bir gün gelecek bu anlamsız ayrılık son bulacak dedim durdum…
Bazen kıyıya yanaşırken taaa uzaklardan senin hayalini görürüm…
Batmak üzere olan güneşin şafkı pırıl pırıl vurur yüzüne…
işte o zaman içim titrer zemheride kalmış, ayaz yemiş garip çocuk oluveririm…
Gitmez o garipliğim yokluğunun yalnızlığı içinde kaybolur üşürüm…
Böyle geçer gün batımı yalnızlığım, salaş meyhanenin içki ve sigara dumanları arasında kaybolurum…
Hala daha umudumu yitirmedim…
İşte yine seninle sensiz yaşadığım bir gecenin sabahı olmak üzere…
Bu kaçıncı boşalan şarap şişesi bilmiyorum…
Lambada gaz bitmekte…
Bir tek bitmeyen bendeki hasretin yosun gözlüm, bende ki hasretin…
Her doğan güneşte sana kavuşma umudum başlıyor, ta ki gecenin karanlığı sevgili güneşini kollarına alıp kavuşmanın heyecanını yaşarken, bende hayalinle kavuşmanın vuslatını yaşıyorum, bir elimde kırık bir kalem, diğer elimde dudaklarıma götürdüğüm ağzı kırık bir şarap bardağında...
YILLAR ÖNCESİ
Erkek mahzundu
Biraz da dalgın
Uzunca bir süre
Kadının yüzüne baktı
Anlamsızca salladı başını
Sağa sola
Her ne kadar kabul etmese de
Biraz buruk
Biraz kırgın
Ayrılığa ilk adımdı.
Bu bir vedaydı.
Ayıramıyordu gözlerini
Kadının yüzünden.
İçi parçalanıyordu.
Deli bir poyraz esiyordu
İçinde fırtınalar kopuyordu.
Zordu zordu kabullenmek
Böylesi delicesine severken
Anlamsızdı bu anı yaşamak.
Gözlerini aradı kadının
Kadın sessizdi
Çakmak çakmaktı gözleri
Bir o kadar da öfkeli.
Kasıp kavuran
Delice bir öfke vardı yüzünde.
Belliydi...
Her halinden belliydi.
Vuslatı olmayan bir sondu.
Sonun başlangıcıydı işte.
O tebessüm saçan dudaklar
O öpülesi dudaklar
Şimdi tirtir titriyordu
Suskundu
Susmuştu
Susmalıydı?
Sacide Hanım harika.Teşekkürler.
Gitmez o garipliğim yokluğunun yalnızlığı içinde kaybolur üşürüm…
Böyle geçer gün batımı yalnızlığım, salaş meyhanenin içki ve sigara dumanları arasında kaybolurum…
Hala daha umudumu yitirmedim…
Ekim 23rd, 2010 at 03:32