Yılanların Öcü The Walking Dead
Sinema tarihini okumam lazım. Uygun zaman bulursam olur.
Yani bazı filmleri, bazı dizileri de teknik imkanlar daha iyileştiği için mi yeniden çekiyorlar. Tarih bilmediğim için başka sebepleri de tahmin edemiyorum. Fikret Hakan'ın imza gününde iki kitabı vardı. “Eski Biri” ve diğeri de Sinema Tarihi. Eski Biri bir şiir kitabı. Keşke öbürünü de alaymışım! Fakat sorun değil, bir ara sipariş ederim.
Ölülerin yani “aylak”ların yürüdüğü bir sizi The Walking Dead. Tabii, bu tür yabancı yeniden türetme diziler neden daha ilgi çekici geliyor? diye bir soru geliyor aklıma. Daha bir şıklık var sanki. Bizim dizilerde ne kadar çok bağırıyorlar öyle! Ani duygu boşlukları, hala bitmeyen maço ağızlar. Özellikle bu maço ağızlar, bizim kültürümüze uygun bir şey değildi. Nerde türedi de bulaştı bize anlamıyorum.
Duygu işlemeciliğinden bahsetmiştim bir ara.. Sanırım facebook duvarımda paylaşmıştım. Duygu denen şey işlenmesi gerekli bir değerli elmas'tır, diye düşünmüştüm. Başka değerli taşlar da olabilir tabii. Kaba taş olmaz çünkü saydamlık yok. Bu tür bir benzetim ışık geçiren kristal yapısında olmalı.
Mücevherlerin bize verdiği bir şey yok. Gıda anlamında. Fakat kaliteli gösterirler insanı. Zengin göstermesinden önce kaliteli... veya şöyle demek lazım: daha doğadan gösterirler, doğayla bütünleşik. Renkli taşları severim. Zaman saman kumsala gittiğimde, sığ sularda dolaşırken kumlara elimi mutlaka daldırırım ve küçük renkli taşlar ararım. Farklı renklerin ve şekillerin uyumu hoşuma gider.
Daha büyük ve kıymetli taşlar işlenmelidirler. Duygu gibi yani. Duygu işlenebilir bir şeydir. Sanatçılıktır yani bu iş.
Şu film işlerinde veya müzik işlerinde de belki bir lapacılık var gibime geliyor. Bir kadın veya bir erkek hooooyt haaayt diye maço olduğunda, ki bu açıktan açığa olmaz her zaman, ortak bir salınıma giriyoruz. Bir sarkacın salınımı. Veya taklitçilik. Rahatlıyoruz yani. Masaj yapılmış gibi. Oh filan diyoruz.
İşte bu ohlar mohlar bitmediği sürece bizler, biz yurttaşlar böyle kalitesiz dizilerle kalitesiz tekrar çekimlerle oh oh diye ölürüz. Haaayt. Hayatımız haaaayt. Cinsel haaayt, hoooyt. Yani görünürde bu sesler gelmiyor olabilir fakat böyle yani. Her şeyimiz haayt.
Salt aklı övmüyorum hiç bir zaman. Akıl bir fenerdir, bir rehberdir. Mağaralarımızda neler var, ışıksız gidilmez ki. Böyle düşünmek lazım gelir akıl ve akıl-dışı oluşları, duyguyu yani. Buluruz belki değerli taşları, gölleri.
Zombiler, dizideki adıyla Aylaklar, bir yandan güldürüyor beni.
Beni bazı akli şeyler korkutuyor bazen. Buraya geldiğimden beridir, veya şu 4-5 senedir, ilginç bir tesadüf müdür, bir lanet midir yalancılık hastalığına tutulan önemli sayıda insan tanıdım. Neden oldu bu, özellikle şu dört beş senede diye sorduğumda kendime, aklım 4-5 sene önceki zamanlarıma tabii ki gidiyor. Size bir dost tavsiyesinde bulunayım: dua ederken-temennide bulunurken çok dikkatli konuşun. Hem de çok dikkatli olun. İstediğiniz şey elbetteki olur, mutlaka olur, emin olun olur..fakat beklediğiniz şekilde olmaz: beklediğiniz yollardan gidemeyebilirsiniz, hiç ummadığınız yollardan gitmek zorunda kalırsınız. Hiç ummazsınız hem de. Fakat olur.
Akli bazı şeyler korkutuyor beni. Mitomani deniyordu galiba. Yalancılık hastalığı. Hatta daha da aşmış bir kişiyi tanıdım. İlk bir ay farketmedimdi. Sonra, devam ettim konuşmaya. Merak bu ya! Fakat sonra korkmaya başladım. Neden? Beni öldürmesinden mi? Bana iftira atmasından mı? Veya, akla gelebilecek her hangi başka bir hayati tehlike yüzünden mi? Hayır. O korkumu fark ettiğimde Türk Korku Filmi sektörü gözümde bitti.. Neden korktum? Bir yalancı ile konuşmak bir cesetle konuşmak gibi... hatta aynısıydı. Teksas katliamı 1 aklıma geldi. Yüzüne diğer insanların yüzlerini diken bir kişilik vardı orada. Gerçekte bu adam kimdi. Hayır hayır! Sakladığı kişi filan değil. O kişi zaten ölmüş. Diyordum işte o yüzden, bu konuşan kim? Büyük yalancılar beni çok korkutur. Olmayan şeyden korkarız ya hep. Öyle bir mekanizma bizimkisi.
Islık çalmak gibi veya. Karanlıkta. Haaytlar hoooytlar, bu bilinç su kaydırakları. Ölülerimizi göremiyoruz değil mi bazen? Görmek istemiyoruz.