Hep mi böyleydi ülkenin hali…?
Yarını belirsiz…
Dirliksiz…
Hep mi karamsar bakardı halk yarınlara…?
Umutsuz, çaresiz!...
Avare. aldırmasız.. nemelazımcı…bıkkın!..
Hakkını aramaktan aciz!.. Çaresiz!...
Çaresizliğinin bedelini kendinden daha çaresizlere ödetmeyi hak mı görmüş hep!..
Toplumsal çılgınlık boyutuna varan cinayetler, cinnetler, tahammülsüzlükler hukuktan umut kesmişliğin, çaresizliğe gark olmuşluğun eseri mi!?...
Bakar gibi yapıp da bakmayan…yapar gibi yapıp da yapmayan.. bilmekten sormaktan, sorgulamaktan korkan.. Kaderine esir; tepkisiz… umursamaz…. Hayır…
Bu değil benim idealimdeki halk. Daha, dün kadar yakın bir tarihte, yedi düvele karşı bir Kurtuluş Savaşı veren emperyalizmi yere seren halk, bu halk değil miydi!?. Onun azim ve kararıyla verilmedi mi, “ya istiklal ya ölüm!” savaşı.!...?
Onuruna düşkün kılan, onun bu bilinci değil miydi!?… Nerden çıktı çevremizdeki bunca düşman!... Dün de vardı siyasi rakipler!... Nasıl oldu da, demokrasi gereği siyaseten var olması gereken rakipler “hasım” görülmeye başlandı!?... Kim bunun mimarı!..?.. Hangi hoyrat elin, hangi hoyrat dilin ustalığı toplumsal birliğe, hukuksal dirliğe nifak soktu!?.. Siyaseten aldatan yalancıydı bu halkın gözünde…
Din ile aldatan riyakardı… Güven duymazdı ona.
Aldatanı hilekar bilir, hukuk ile aldatmayı sahtekarlıktı sayar, ve bunu affedilmez ahlaksızlık görürdü. Kefenimizle yola çıktık diyen siyaset tombakları olmuştu da, kefenli meydan soytarıları meydanları doldurmamıştı. Sandık başarısını, meydan savaşı zaferi kutlaması gibi yansıtmak geçmiyordu kimsenin aklından. Siyasi ahlak, genel ahlakın içindeydi. Hangi lanetli büyü mühürledi yürekleri de erdem sayılan, insani hasletleri kaybettik bir bir!.…
Hangi sihirli güç kör etti gözlerimizi de dünü unuttuk, yarınları göremez olduk!?.. Hangi bedduanın hışmına uğradık da, yitirdik hoşgörümüzü, hak hukuk ve adalet duygumuzu!? Bencilleştik!.. Esir verdik vicdanlarımızı üç kuruşluk çıkar uğruna!... Komşularımızı şikayet etme alçaklığı bile tavsiyeler arasına giriverdi!...
Hortladı 12 Mart’lar. 12 Eylül’ün o hukuksuz korku ve toplama kampları. Hem de sahte ileri demokrasi adıyla. Cehennem zebanileri dikiliverdi karşımıza. Kime karşı giyilmekte o kefenler!...İnsanlıktan sorumlu vicdanlar bu soruyu sormamalı mı!..? Güya; din adına, karşılıklı ölüm kusan tarafların karşılıklı attıkları Allahü Ekber naraları kimin işine yaramakta!.?. Kime hangi ikbali sağlıyor bu sahte, kokuşmuş, ilkel dindarlık!...
Cennet hayalinin, cehennem korkusunun bataklığına saplandık kaldık!... Bu saplantı içinde bırakıldığımız yalnızlık aymazlığını, değerli yalnızlığa yükseltip, güldürdük dünya kamuoyunu kendimize… Ne farklı bir görüşe, ne de hayata farklı bakan bir düşünceye saygımız kaldı. Aydınlıktan korkar, kitaptan nefret eder olduk!... Kitabı bombadan daha tehlikeli bulan zihniyetin elimde oyuncak oldu toplum. Gençlik tatlı su samuru sözde bilim adamlarının elinde ilim irfan arar oldu!.. Fizik sıfır, kimya sıfır, Matematik hak getire… Düşüncenin özü, felsefe öğretimden çoktan kalktı... Oysa felsefenin bittiği yerde insanlık biter!...
* Ekilen kin ve nefret tohumları, milli irade aldatmacası ile toplumdan aldığı cesaretle uygulama alanı bulursa; postallı darbelerin yerini postalsızı alıverir… “Kendi putunu yapıp; dönüp yaptığına tapmak” dedikleri tam budur işte!.. Bu putun bir Hitler yarattığı unutulmamalıdır. Mahkeme kadıya mülk olmaz bilirdik; işin çivisi çıkmadan önce!... Meğer nelere muktedir(miş) o melanet ‘İleri Demokrasi…’ Meğer; intikam da alırmış ileri demokrasilerde hukuk!.. *
Üstünlerin hukukunu yıkmak adına, hukuku yıkıp, yeni bir bencil üstünler hukuku kurmakla kendisini görevli sayarsa bir kepaze düzen : yıkılmasın mı!?... * Meğer dindar ve kindar gençlik yetiştirirmiş ileri demokrasilerin eğitimi… Azimli, sabırlı, kararlı, akıllı ve vicdanlı olmanın nasihatını almıştık da, kindarlıkla, dindarlığı bağdaştırma basiretsizliğini kimse öğütlememişti bize… Ve biz eğitimciler de kindarlığı ahlaksızlık bilmiş; böylesi erdemsizliği öğretme çukuruna düşmemiştik hiç!...
Meğer, o da İleri demokrasinin ileri aşamasında asli görev olarak çıkıverecekmiş karşımıza… Lanetliğin adı rahmetliye, üç para etmezliğin adı kıymetliye çıktığı günlerde gevşemişti şalvarın ipi… Ve o günden sonra da hiç bizim olamadı şalvarın içindeki!.. ….na koyacağızlara kadar geldi iş!.. Ve; Anayasaya bağlılıktan, ayrılmayacağına dair edilen yeminler, önce o şeref ve haysiyetleri yok saydı, sonra da üzerine yemin edilen anayasalar alındı ayaklar altına…
Onurları kırmadı, başlara geçirilen çuval…bazı aydınlardan… komutanlardan, bilim adamlarından, sendikacılardan, gazetecilerden yurtseverlerden başka. Dinmedi yürek yangınımız!... Ülke sokakta bulunmuş muamelesine maruz kaldıkça da alevlendi… Verilecek ödün, alınacak ödül var mı daha!?... Açılım, görünün kertiğin son kertesi mi!?... Onur kırma yarışları hem içerde hem dışarıda hız kesmeden sürdükçe tazelendi kırılan ulusal onurun acıları!...
*** Ve güzel şeyler olacak’larla başlayan ve kapalı kapılar ardında formüle edilen yeni görevler… Bir tarafta; mahkeme kararlarına rağmen kurdurulamayan üç paralık yaşam odaları, diğer tarafta, mahkeme kararlarına rağmen kuruluveren 1000 odalı milyarlık sultan sarayları… Bir tarafta; katillerinden korunamayan sokaklarda can veren binlerce kadın, diğer tarafta, kendi halkından korumak adına devlet kasasından beslenen, her an her yerde sultada emre hazır binlerce koruma…
Daha çağdaş bir eğitimden tasarruf eden bütçe, Arap sultanlarının bile sahip olamadığı dünyanın en uzun menzilli, en lüks, milyar dolarlık uçağı için açılıveriyor kesenin ağzı. Unutulmasın!... Bir lokma baklava çalan çocuklar dokuzar yıl hapis cezası aldı bu ülkede…. Yine unutulmasın ki; ama ne yazık ki; ayakkabı kutularından milyon dolarlar çıkan yandaşlar, paydaşlar… soruşturmaya bile uğramadan serbest bırakıldı yine bu ülkede!....
Vicdanlar suskun…Ve kamuoyuna verilen riya dolu, yalan-yanlış mesajlar!. Ve ülkenin sürüklendiği badireleri görmekten aciz milyonlar ve bu milyonları aldatmak üzerine kurulmuş saltanat düzeni…
* Üzgün tavrımı gören bir dostum hal hatır sordu… Konuşmak istemedi canım… Üzgünüm… Kahır derecesinde üzgünüm dedim… -“Zil takıp oynama takımı hariç kimi üzmez bunca sonuç”…dedim… Gülümsedi acı acı.. ve ekledi!...: - Ne bekliyordun… Katıra gebe eşek yumurtası mı…!? -Beklenen…di. Oldu!... Ek yapamadım söylenene… Sadece tekrar ettim… Beklenen…di oldu!... Cevapsız bir soru takıldı kaldı yüreğimde: Hep mi olacak!... Daha da önemlisi…
HEP OLMALI MI!?...
Mehmet Halil Arık