Yıkılan Sadece Binalar mı?…
Dünya biliyor.17 Ağustos 1999 günü ülkemizde müthiş bir sarsıntı yaşadık... Marmara Bölgemizde binlerce can yok oldu, on binlercesi yaralandı, yüz binlercesi de evsiz, işsiz ve kimsesiz kaldı. 45 saniye içinde depremden de öte neredeyse bir “kıyamet” yaşandı.
Olayın arkasından büyük tartışmalar başladı. İmar sistemi, müteahhitler, belediyeler, mühendisler, yıkılan çöken, binalar ..
Yıkılan sadece binalar mıydı?...
Elbette hayır. Düşler, umutlar, sevdalar, özlemler, anılar, sevinçler, yaşanmış ve yaşanacak tüm güzel duygular. Hepsi uçup gitti bir süreliğine.
Gençtiniz, liseyi bitirmiş, üniversitenin yolunu gözlüyordunuz, düşler kurup, büyük heyecanlar yaşayacaktınız.
Anne adayıydınız, dünyaya yeni bir can getirmenin heyecanı ve umudu içindeydiniz.
Emekliliğinize beş vardı. Sahilde bir yazlık edinip, çekmecelerde özenle saklanan albümleri, günlükleri, yaşamınızdaki ışık ve gölgeleri koyup önünüze, anılarınızı yazacak, belki de hayatınızı başka insanlara açacaktınız.
Sanayiciydiniz. Yeni yatırımların, istihdamın, üretimin, ihracatın planlarını, projelerini yapıyordunuz.
Öğretmen,işçi, çocuk, işsiz, aydın, yaşlı, gurbette, belki bir günlüğüne misafir, belki tesadüfen oradaydınız. Düşlerin, umutların, bitmez yaşam heyecanlarının büyülü bahçelerinde gezinecek, hayata, doğan güne, zenginliklere yeni renkler katacaktınız.
VE... BİR, 45 SANİYE!!!
Söz bitti. Üzerinize, ülkemize, hepimize, geçmiş ve geleceğimize, öyle ağır, öyle karanlık bir sis çöktü ki, acıyı anlatmaya sözcükler, cümleler yetmez oldu.
Ama insan bitmedi, hayat durmadı, umutlar tükenmedi...
Yanı başımızdaki komşu büyük bir içtenlikle “ağlama Mehmet” deyip, ekibini gönderip onlarca can kurtarabildiyse;
Bütün dünya ayağa kalkıp, yardımlarını, olanaklarını,ekiplerini bölgeye yönlendirebildiyse;
Ülkemizin her yanından gönüllüler, askerler, vatandaş can kurtarmaya, dayanışmaya koştuysa;
Kanallarda, gazetelerde bilimin, araştırmacının sesine, uyarılarına kulak verilmeye başlandıysa;
Umut var demektir, insan bitmemiştir, yaşam sürmekte, her şey kendi dinamiğinde akıp gitmektedir. Hiçbir şey belki de eskisi gibi olmayacaktır. Büyük acılar, yıkımlar, düş kırıklıkları yaşanmaya devam edecek,ama bir yandan da hayatı ve insanı güzelleştirme çabaları artacak, hatalar ve sorumlular bulunacak, bilimin, sevginin, dayanışmanın sesi yürekleri ve kafaları saracaktır.
Yeter ki;
Bundan sonra imar modelini ciddi olarak masaya yatırıp sorgulayalım,sivil savunma sistemimizi tüm boyutlarıyla irdeleyelim, tartışıp iyileştirelim.
Yatırımları, fabrikaları, yerleşim mekanlarını uygun yerlere kuralım, kaynakları doğru ve uygun yerlerde doğru biçimlerde kullanalım, güzelim coğrafyamızı, toprağımızı kullanırken bilimin ve verimliliğin sesine, sözüne kulak verelim.
Yoksa büyük uyarıların maliyeti de büyük oluyor. Maliyet bir yerde dolarla, rakamla şunla bunla ölçülüyor, ama şu dünyada biricik olan CAN neyle ölçülür, bir daha nerede bulunur, acıyı, gözyaşını hangi formülle ölçüp tartabiliriz?
Geri döndürülemeyen değerlerden biri insan biri de zaman. Kıymetini bilelim ..