Yetmedi mi? Bu Duygu Sömürüsü.
Yıllar geçti! ama dünyada ki insan kalbi istismarı bitmedi ve bitmeyecek de. İnanmıyorum! İnanmayacağım da. Halbuki dinimizin esaslarından biridir, insana insanca davranmayı bilmek.
Zaman aktıkça hiddetlenen akrep ve yelkovan, artık birbirinin zıddına hareket etmeye başladılar. Bizleri de insan olmaktan, çıkma noktasına getiriyor. İnsan denilen aciz varlık, karşısındakinden biraz daha güçlü olduğunu fark ettiğinde, kendi içindeki zayıflığı unutuyor. Ezebileceği ve sömürebileceği birini bulmanın verdiği sevinçle, yolunun üzerinde çıkana basıp geçiyor. Yıllar öncesi kimsenin kimseden haberi olmadığı zamanlar da, komşunun bir tabak çorbaya ihtiyacı varsa koşa koşa götürürdük. Onların o çorbayı kabulü yüreğimizde çığır açardı..
“Eğer hür bir toplum sayıca daha çok olan fakirlere yardım edemezse, sayıca az olan zenginleri de kurtaramaz “ John Kennedy
Şimdilerde yardım; insanla duygularını sömürü anlamına geliyor. Birileri ün yapmak ve para kazanmak ya da oy toplamak istiyorsa, en kolay yolu duygusal sömürü. Bunu ülkemizde yıllarca yaşamadık mı?
Dernekler kuruldu yollara düşüldü, kameralar ellerinde “Allah için yardım edin.” feryatlarıyla bir yol çizildi. Natüralist bir yaklaşımla, samimi ve içten girişimlerle başlayan bu yolculuklar, çıkarları okşamaya başlayınca; insani yardımdan çıkıp, insani soykırıma dönüştü. Soykırım yapmak için katil olmaya gerek yok. Birileri hislerimizle oynuyorsa dünyanın en büyük şiddet eylemidir bu. Savaşlar da kan akar ve durur, ama yaralanan ve incinen bir kalbin tamiri yoktur.
İletişimin geliştiği bir dönemde TV ve radyolar aracılığıyla, milyarlar değerinde paralar toplanmaya başlandı. Paranın ve şöhretin ten sıcaklığı, tutkuya dönüştü ve arkasında bir sürü ağlayan insan bıraktı.
Avrupa kapılarına kadar dayanan bu yardım sömürü illeti, “İslam adına sen de gel diyerek” doruk noktaya ulaştı. İslam’i sermaye deyip, Peygamber dönemi kurulan İslam’i sistem birliğine yakın çabalamalar, bir sürü insanın canını yakmakla sonuçlandı. Oluşturulan sistemin bir ülkede geçerli olabilmesi için, devlet ekonomisindeki kaidelerinde o şartlara uyması gerekir. Bunu hesaplamadan kurulan küçüklü, büyüklü şirketler bir süre sonra dökülmeye başladılar ülkemizde.
Zekat ve faizsiz sistemle geldik diyerek, yeni çığır açan banka ve şirketler, bunun işlemeyeceği anlayınca kar payı söylemini çıkardılar. Aslında kar payı diye bir şey olmazdı. Nasıl kar payı ki hep kazandırır. Sonuçta bir şirketin hep aynı düzeyde kazanabilmesinin mantıklı bir açıklaması olamaz.
“Işık yapmanın iki yolu vardır: ya kandil olmak, ya da yansıtan ayna” Edith Warton
Kurulan bu şirketler, “Din adına sizde kar edin sloganlarıyla” sömürü sistemine yeni bir pencereden baktılar. Şimdi bu sözlerimin, nerelere getirileceği de biliyorum! lakin görünen köyde kılavuz istemez. Bakın Avrupa’daki Türk ve Müslüman kardeşlerimize ne sıkıntılarla kazandıkları paralarını, yatırdıkları bu şirketlerden geri alamıyorlar. Zaten üzerine de bir bardak su içip oturuyorlar artık.
Yardım için kurulan İslam’i sermaye, paranın tadını aldıkça yardımları kendine yönlendirmeye başlamıştı bile bir süre sonra. Tv’de program yapımcıları o zavallı insanların duyguları sömüre sömüre ünlerine ün katmışlardı bile. Şiirler yazıldı, şarkılar yapıldı, konferanslar düzenlenip, imza günleri düzenlendi. Birileri yükselirken diğerleri sadece isim olarak bile hatırlanamadı.
“Ve hiç kimsenin hiç kimse adına bir şey ödemeyeceği hiç kimsenin şefaatinin kabul edilmeyeceği hiç kimseden bir fidye alınmayacağı ve yardım görülmeyeceği bir günden sakının.” (2/48)
Devlet yönetiminin el değişimiyle birlikte artan derin fark, işsizliğin ve yoksulluğun sınırları daha da artırdı. Bir varmış, bir yokmuş La fonten’den masallarla bir yerlere anlatılır oldu ve orada kaldı bu olanlar.
İsim vermek istemiyorum ama vermeden olmayacak diye de düşünüyorum. Bu büyük şirketlerde biri “Yimpaş holding”di. Şuan Yimpaş’tan geriye kalan sadece, boş arazilere yaptığı bir sürü fabrika. Boş ve kullanılmaz durumda olan. Yozgat şehrinin en ihtişamlı binasıydı, Yimpaş holdingin binası. İçinde yok yok.. Ama ne yazık ki iflasın ilk vurduğu şirketlerden biri olmaktan kurtulamadı. Anadolu insanından toplanan paralarla yapılan bu holding şimdiler de tüm marketlerini sattı. Kalan bir holding binası oda düğün, dernek, sinema, konferans salonlarıyla iş yapmakta. Kapılarından zor geçilen bu holding’den, alacakları kar payını bırakın! verdikleri paralarını bile alamadılar ortakları. İşçiler işlerinden çıkarılırken, tazminatları bile verilmedi doğru dürüst .
Kombassan ve Jet-pa ve diğerleri. Sisteme ayak uydurmayı beceremedikleri için, takıldıkları ilk taşta yüzüstü düştüler.
Peygamberin ekonomi de gördüğü ve önerdi en büyük sermaye emektir. Çalışırsan kazanırsın. Emek harcarsan sermayeni elde edersin. İslam sisteminin kul hakkına verdiği değer tartışılmazdır. Bu holdinglere güvenilmesinin altındaki gerçekte budur.
Kul hakkını ihlal etmeye başlayan kan emiciler, açtıkları kuyularda hala debelenip duruyorlar. İslam da sistemi insan kurar ve emeğiyle yaşar. Kapitalist sistemde burjuva kurar ve diğerleri sadece emredileni yapar. İşte! yola çıkılan ilkelerden biri de buydu, bizi sizdeniz hepimiz bu holdinglerin sahibiyiz diyerek.
“Her neyi nafaka olarak infak eder ve adak olarak neyi adarsanız muhakkak Allah onu bilir. Zulmedenlerin yardımcıları yoktur.” (2/270)
Ama zamanla şirketlerin başında olanlar, burjuva olmayı öğrenip ahilik denilen, kanaatkar sistemden uzaklaşınca gemi karaya vurdu. Deniz feneri derneği yardımların ışığında şirketleşerek sonunu hazırlayan bir başka grup oldu. Ve insan duygularının derince yaşandığı sevgi seferleri yapılmaya başlandı, il il. Ne yazık ki bunun da sonunu açgözlülük denen illet hastalık getirdi. Yardım toplayan da, yardım toplanan da sömürülmeye başlandığı anda, dibe vurdu bu dernek içi şirket.
Yok muydu? düzgün dernekler elbetteki var hem de gerçekten gönülden çalışanlar. Yıllardır yıkılmadan yılmadan ülkelere seferler düzenleyenler. Onları bu kapsamın dışlında bırakıyorum. Onlardan Allah razı olsun. Zaten razı ki hala varlar, hala çalışıyorlar..
Artık bu milletin duygularını sömüremeyeceksiniz buna izin vermeyeceğiz. Ne din ne de vatan sevgisi sizin oyuncağınız değil. Sürü psikolojinden kurtulduk bizler. Gerçek sürü sizsiniz Azazil’in peşinden sürüklenen. Yolunuz mübarek olsun. …
“Fatih Sultan Mehmet Han devrinde bir Müslüman günlerce dolaşıp yıllık zekatını verebileceği fakir birini arayıp bulamadı. Bunun üzerine zekatının tutarı olan parayı bir keseye koyarak Cağaloğlu’ndaki bir ağaca asıp, üzerine de:
-Müslüman kardeşim, bütün aramalarıma rağmen memleketimizde zekatımı verecek kimse bulamadım Eğer muhtaç isen hiç tereddüt etmeden bunu al, diye yazdı
Bu kesenin üç ay kadar o ağaçta asılı kaldığı söylenir.” ALINTI.
Yardımsa ve örnek almaksa açın tarihe bakın nasıl yardım yapılmış. TV de yokmuş
O zamanlar, gazete de, şiir de, şarkı da vs vs. Ömer’i örnek alın, Ebubekir’i, fatihi, ve diğerlerini..
Biz onların torunlarıyız.
Selam ve dua ile