Yetişemediğim Yıllara!
Bu gün, yıllar ve sen...
Bugün öyle şeyler geçti ki aklımdan, içime atarak bazı şeyleri… Hayıflanmadan edemedim. İnsanın yaşaması gereken zamanını istiyor ki hep beyhude geçirmeden, yılların akışına göre yavaşlatarak ve ya hızlandırarak yaşayabilsin… Bu zamanı ayarlamak, insanın kendi elinde olur mu acaba… Zannetmiyorum…
Ben her an; Zamanın, zamansız akışlarında bazen kayboldum, bazen de kayboluşumun acılarıyla çırpındım durdum. Şimdi o çırpınışları, sanki yavaşlatmak benim elimdeymiş gibi hissediyorum ama boş. Çünkü nasıl azgın bir çayın, derenin debisi çok hızlı ise benim yaşam akışım da, yetişemediğim yıllar açısından benim elimde olmadan hızlı ama çok hızlı … Evet ben bunu yeni fark ettim.
Hep yıllar, hep yıllar akışı hızlı, fark edilesi ve güzel olan o yıllar… Fark edememe kız mıyorum çünkü yetişemediğim o yıllara, sadece sitem ve özlemle bakıyorum… Özlem, içtiğim bir çayın deminde, yumurcağın o yumuk ellerinde saklanmış, saklanmış benimle saklambaç oynuyor… Özlemim bazen yapamadıklarım ve yapabildiklerimle kavga ediyor san ki…
İnsanların, zamanın bu güzelliklerini yakalamak isterlerken, yitirdikleri o kadar farklı duyguları vardır ya unutulmuş… O unutulmuş, SAKLI duyguları hapsetmek toplumda göze çarpsa da zaman zaman aldığımız kültür değerleri bunu perçinliyor… Bu durum beni hiç rahatsız etmiyor… Memnuniyetsizlikler çünkü yaşam felsefesini etkiliyor, değiştiriyor seni… Değişmek, değişimle başlıyor hayatta… Ben sadece yakalayamadığım, geciktiğim bazı sitemlere, küçük de olsa sitemle bakıyorum… İstemeyerek…
Dünya yaşanası yer olarak, Allah’ın bize bahşettiği en güzel mekan, bu mekanın içersinde bir de zaman var, zaman zaman… Bu zaman yıllar olarak karşımıza çıkarken, yılların yetişilemez olması, gecikmişlikle sınırlıyor kendisini… Nedir sizce gecikmişlik? İçimizde yaşayamadığımız, güzel anlar, duyulmayı beklediğiniz, ama haykırırken korktuğunuz güzel pınarlar çağıldar içimizde… Gürler, hışıldar, sallanırken gönül yaprağı düşmek istese de gönüllere engellere takılırken düşüverir pamuksu yumuşaklığıyla… İstemeden…
Bir çocuktur, yıllar… Zaman zaman sallanırken salıncağın oturağında hem büyürler, hem fark edilmek arzusuyla… Koşmak isterler sonsuzluğa doğru nereye gittiğini bilmeden, bilemeden, meraksız duygulara yelken açarak… İşte o yelkenin rüzgarına kapılmışım eskiye hiç hayıflanmadan, yanlış nerede ise DÖNSÜN O YILLAR, varsın limanına, fark ettirsin bana kendini… Yıllara özlem duymak, gecikmemiş umuda yelken açmaksa eğer ben LİMANIN O SICAKLIĞINI HİSSETMEK İSTİYORUM…
DOSTLUKLARLA, SEVGİLERLE…
Gülşen merhaba,
Güzel düşünüp güzel yazmışsın..Kutlarım..
Limanın sıcaklığını hep duyumsamak isteriz..
Bana gelince;
Bana liman değil, dalga gerek
Çünkü zaten dipte yürek..
sevgilerimle..
Mayıs 6th, 2009 at 15:24Sevgili Gülşen,
Yaşamda hep mutlu olmak için didinip duruyoruz.Bunu hep bir zaman içinde yapıyoruz.Bu, zaman süresinde elde edemediklerimiz, kaybettiklerimiz,kazandıklarımız…v.s.Çok kazansak da elimizde kalan sadece izleri…Tutamadığımız,kaçırdığımız sonrada geciktirdiğimizle hayıflanıyoruz ve suç dahi buluyoruz zamana ve yıllara.Oysa zaman her an bizimle…Bir bilsek aslında zamanın biz olduğumuzu.Hiçde değişmeden, gecikmeden tam vaktinde an be an yanımızda zaman…Farkedemediysek o anı yaşla yılla dönmesini istediğimiz, yapamadıklarımızında tecrübe olarak, bir bilsek ne kadar değerde olduklarını.Bir hazine aslında onlar şu an için;Tek tek sayfa sayfa…
Mayıs 6th, 2009 at 19:01Dönmesin Gülşen, o yıllar, limanına yeni gemiler yanaşsın, yeni yolcular…Özlemini duyduğun şu an aldığın soluk olsun.İçine çek bak teşekkür ederek sonra sarıl yeni gelene…Aç o zaman yelkenleri foraaa..En engin denizlere.Yaşam bu işte.Kıyıda kalana sadece selam ver ve el salla.Umut hep şu (an)dadır unutma.
Kalemin ve anlatımın güzel çok keyif aldım.
Hep varol.Sevgiyle ve şu an’la kal.