Yeşeren Demokrasi Ağacının Suyunu Kesmeyin. Oylar HDP’ye
Üzerinde yaşadığımız coğrafyanın devlet sistemi ve toplumsal örgütlenmeleri, yüz yıldır “tek tip insan yaratan makineler” gibi çalıştı. Liberali ile muhafazakarı, dindarı ile solcusu “aynı kalıptan” çıkmışçasına yer aldılar sosyal yaşamda. Militarizmin kontrolünde sürdürülen Kemalist ideoloji ve bu ideolojinin daha ilkokuldan başlayan yönlendiriciliği, sadece garabet bir devlet değil, garabet bir toplum da yarattı. Ermeni soykırımı, Rum sürgünleri ve imhası, Kürtlerin inkar ve katliamlara maruz kalmaları, Alevilerin aşağılanması, dindarların doğuştan “gerici” olmaları itirazsız kabul gördü. Demirel’in eski Dışişleri Bakanı Çağlayangil “Dersim Kürtlerini mağaralarda nasıl fare gibi zehirlediklerini” anlatırken, “Sosyal Demokrat” partinin yöneticisi Onur Öymen “Kürt sorununun Dersim yöntemi ile çözüleceğini” söyledi. Seçim bürolarının önüne Berkin Elvan’ın resmini asan Sarıgül, aynı şekilde vurulan 10 yaşındaki Kürt çocuğu için konuşurken, yüzündeki maskeyi çıkarıverdi.
Devlet 30 yıl önce Kürtlerle yeni bir kavgaya tutuştuğunda, sert bir kayaya çarptığını uzun süre anlamadı. Toplum da anlamadı. Herkesi “yenmeye” alışkındılar, ama ilk kez hesap tutmadı. Ve tutmayan hesap nedeniyle tüm boyaları dökülmeye, yalanları, çirkinlikleri, kirli çamaşırları etrafa saçılmaya başladı. Kurdukları sistemlerini ayakta tutmak için piyasaya çıkan tüm partileri ve politikacıları teker teker dağılırken, Kürtlerin direnişi ve örgütlenmesi derinleşip kökleşti. Bu sayede darbeciler, Ergenekoncu katiller görünür hale geldi.
Bir yıl önce Öcalan’ın bir milyon kişinin önünde ilan ettiği barış süreci Türk tarafındaki toplumsal muhalefetin ortaya çıkmasını sağladı. Gezi Direnişi patladı, milyonlarca genç sokaklara çıktı.
Aynı günler, Kürtlerle Türkiyeli demokratların politik bir yapı altında bir araya geldiği günlerdi. HDP kurulmuştu. Üstelik Gezi olaylarının fitilini de HDP’li Sırrı Süreyya Önder ateşlemişti.
Sonraki günleri herkes iyi biliyor. Önce dört bakan ve çocuklarının bulaştığı yolsuzluk ve rüşvet, ardından başbakan ve oğlu arasında geçtiği iddia edilen telefon görüşmeleri, Gülen Cemaati ile hükümet arasında başlayan kapışma, düne kadar düşman görünen CHP ve Cemaat yakınlaşması, MHP ve CHP arasında gelişen “dünür ilişkileri” vb.
Bir de tüm Kürt halkının tek yürek olmuşçasına barış sürecinin ve BDP’nin etrafında kenetlenmesi.
Bu topraklar devrimcilere, demokratlara fazla politik olanak sunmadı. Uzun yıllar insanlar “özü aynı” partiler arasında bir tercihle karşı karşıya kaldılar. Sol adına piyasada yer tutanlar Stalinist barbarlığı, Kemalist diktatörlüğü “kurtuluş” olarak sundular ve itibar görmediler.
Belki ilk kez, milyonlarca Kürtün barış ve demokrasi özlemiyle, metropollerde yeşeren demokrat muhalefetin ete kemiğe bürünebilme şansı yakalandı. İçinde bir takım eksiklikler, acemilikler barındırsa da HDP ortaya çıktı. Bu hareketin en sevimli sıcak yüzü Sırrı Süreyya İstanbul Büyük Şehir Belediye Başkan Adayı oldu. HDP tüm ülkede seçimlere girdi.
Irkçılığın alasını içinde barındırmaya devam eden, Maraş, Çorum katliamlarının sorumlusu MHP ile kol kola girip onları aday gösteren bir CHP ile gırtlağına kadar yolsuzluğa bulaşmış iktidar partisi arasında süren “kayıkçı kavgasında” taraf olmak bir demokratın işi olamaz. Böylesi bir tarihsel momentte HDP’ye oy vermemek, sadece “kendi ayağına sıkmak” değil, aynı zamanda tarihsel bir vebal altına girmektir. Yeşeren demokrasi ağacının suyunu kesmektir. Sırrı Süreyya’ya “sen politika yapma, ırkçılara ve yolsuzlara bırak” demektir.