Yenilik Avcısı Baba Oğul
Öncelikle söylemeliyim ki, İzmir işdünyasının etkin isimlerinden Feridun Yeşilyurt’la söyleşi yapmak herşeyden önce keyif. Müthiş nazik biri ve dinleyeni etkileyen bir vizyonu var.
Şıklık, tasarıma olan ilgisi ise yaratılışının bir parçası gibi duruyor. Başardıkları da beni doğruluyor.
Malatya’dan İzmir’e gelerek tek başına kurduğu FY Mobilya bugün sektörün tarz yaratan öncülerinden.
Herşeyin çok iyi gitmediği zamanlarda dahi ‘farklı olanın peşinden giden’ Yeşilyurt, bugünlerde yeni bir adımın başlangıcında.
Bayyurtlar Mermer’le Türkiye’nin ilk tasarım&dekorasyon merkezini İzmir’de hayata geçirmek üzereler. Alsancak’ta Gönen Otomotiv’in eski yerinde 22 firmanın katılımıyla Decozone’u kurdular. Buraya gelenler evin tüm dekorasyonunu tek yerden seçerek uygulatabilecek.
Biz Feridun Yeşilyurt ve büyük oğlu Onur’la hayatı, baba oğul ilişkilerini ve hedeflerini konuşmak için biraraya geldiğimizde “Decozone” sürpriziyle karşılaşınca ister istemez sorular oraya yöneldi.
Sizi çok büyük bir mekanda, yeni bir oluşumun içinde görüyorum...
Ben de zor inanıyorum. 57 yaşındayım ve arkadaşlarımın bir kısmı Çeşme’de yaşıyor, çoğu dünyayı dolaşıyor, ben hala bu ülkede yapılmayan ne yapılabilir gibi bir gayret içerisindeyim. Özellikle oğlum Onur işe katıldıktan sonra yalnızca dünya için de farklı ne yapabiliriz diye düşünmeye başladık.
Bu cüretkar bir söylem.
Biz başından beri kendimizi mobilyacı olarak değil modacı olarak görüyoruz. Tarzımız her zaman yalnızca kanepe koltuk satmaktan öte yaşam alanı satmak oldu. Decozone yani Türkiye’nin ilk dekorasyon merkezi, design center‘ını kurmak bizim eski fikrimizdi ama bu teklif önümüze Bayyurt Mermer tarafından getirilince çok mutlu olduk. Siz bu işin içinde olmalısınız dediler ve olduk.
Açılış ne zaman ?
Eylül ayında düşünüyoruz.
Nihayet hayallerinizin bir bölümüne kavuşmuşsunuz ...
Özellikle Milano fuarında bir şey fark ettik. Oraya 2 bin firma katılıyor Türkiye’den 3 firma kabul ediliyor. Bakın kabul ediliyor diyorum yani oraya paranızla katılamıyorsunuz. Ama İzmir ve FY kabul ediliyor. O zaman Onur’la daha iddialı birşeyler yapma zamanımız geldiğine inandık.
İhracatta tasarım gücü Çin rekabetine yenilmiyor mu?.
İnanın biz Türklerle ne İtalya ne Çin rekabet edemez. Burada ben markamızdan söz etmiyorum. Bahsettiğim sektörümüzdür. Artık bizim için New York’ta, Shangai’da, Moskova’da olmak bir hayal değil. Çünkü İstanbul a mağaza açmanın maliyetiyle bunların arasında pek fark yok. Çin’den birkaç müracaat oldu, bizden mal istediler. Bizde heyecanlandık ve araştırmalara başladık.
FY olarak mı yurtdışında mağaza açacaksınız?
Biz 11. ayda yeni bir şirket kurduk. Bu şirket yine bir Egeli tarzı ile dünyaya mal satacak. O yüzden adını da EFFE koyduk. Onu FY’den ayrı olarak düşünüyoruz Şirketi ve fabrikayı Karabağlar’da kurduk. Mimarlar, dekaratörler EFFE’yi kendi atölyesi olarak kullanabilecekler. Ayrıca anahtar teslim otel giydiriyoruz. Şu anda Kanada Oslo’da otel yapıyoruz ve projeyi oğlum Onur sürdürüyor.
İşlerin iyi gitmesi sevindirici...
Özel olmak zordur ama her zaman önünüzü açar. Yurtdışında birisi bana geldi: ”Ben sizi tanıyorum.”dedi. Nereden tanıdığını sorduğumda ‘Siz çılgın Türklersiniz, İtalyanların cesaret edemediği uçuk şeyler yapıyorsunuz.’ dedi. Evet, İtalyanlar ısmarlama elbiseyi çok pahalıya yapıyorlar ve geç teslim ediyorlar. Biz öyle değiliz. Yaşamak için kıvrak olmayı iyi öğrendik.
Babam en iyi arkadaşımız
Onur Bey babanıza çok benziyorsunuz, hatta tasarım tutkunuz onu geçmiş gibi...
Aramızda bir fark hissetmiyoruz ki. İkimizde çok dinamiğiz, çok uçuk şeyler düşünüyoruz. En çok uçan da babamdır.
Babam iyi ki yapmış dediğiniz bir şey var mı?
İyi ki İzmir’e gelmiş diyebilirim.
Feridun Bey daha çok arkadaşınız gibi...
Hem işte hem özel yaşamda iyi bir ekibiz. Çünkü biz izin vermesek babam neredeyse bize babalık yapmayacak. Yanlış anlaşılmasın o kadar yakınız.
“İki oğlum yok, biz üç kardeşiz”
İki oğlunuz var ve onlar da size çok benziyorlar, nasıl bu işi sevdirdiniz?
Biz aile için ilişkilerde asla güdümlü bir tavır sergilemedik. Eşim ve ben, gelin bu işi sürdürün demedik. İkinci jenerasyona verebileceğim yalnızca iki şey vardı. Birincisi eğitim ki ikisi de süper eğitim aldı ve özellikle ihracatta bunun katkısını çok görüyoruz. İkincisi ilkeler. Ben onlara bazı ilkeler verdim.
Bakın ben babası terzi olan dokuz yaşında İzmir’e gelmiş bir köylüyüm. Bundan katiyyen gocunmuyorum. Rahmetli Özal da bir köylüydü, sayın başbakanda bir kırsallı. Ben bu kadar zorluğa karşın ilkelerimden taviz vermeden büyüdüysem onlardan da sadece bunu istedim. Bir de hep yenilikçilik anlayışı ile büyüdüler. Sektör de buna uygun olunca sektörü sevmeleri zor olmadı.
Pek fark görünmüyor ama siz söyleyin ikinci kuşakla aranızdaki büyük fark nedir?
Galiba tek fark, ben klasik müziğe yatkınım onlar biraz daha pop müziğe yatkınlar. Ve en belirgin özelliğimiz şu; üçümüz de kanaryadan başka kuş tanımayız. Ayrıca eşlerimize ve evimize abartılı düşkünüz.
İş yapma tarzlarınız da benziyor musunuz?
Her zaman evde biraya geldiğimizde de iş konuşur ve bundan keyif alırız. İşe bakış konusunda artık bazı muhafazakarlıklarım var. Kabul geçmişte biraz uçuyordum. Şimdi birşey hem değişik olacak, hem de kullanılabilir, fonksiyonel, ergonomik, ekonomik olacak. Ben de değişiyorum tabii.
47 yaşında yabancı dil öğrenmeye gittim
Sizin yaşadığınız en büyük zorluk neydi?
Çok zorluk yaşadım. Malatya’dan geldiğimizde yıl 1985’ti ve Karabağlar’ı bulamadım hatta kayboldum. Tek tanıdığımızın olmadığı hiç bilmediğimiz bir kente gelmiştik. Tabii bu kente katma değerle geldik. İlk zamanlar sosyal çevre edinme konusunda sorunlarımız oldu. Artık İzmir bizi İzmir’in bir değeri olarak kabul etmeye başladı. Oğullarım büyüyünceye kadar yurtdışına açılma konusunda zorluklar yaşadım. 47 yaşında İngiltere’ye dil öğrenmeye gittim. Bir ailenin yanında kaldım. En önemlisi 1999’da eşimle ilgili bir sağlık problemiydi. Çok şükür atlattık.
Sağlıklı yaşam sırrınız nedir?
Güne saat 6’da başlarım. 20 yıldır haftada en az 5 gün 1 saat spor yaparım. Bizim asıl sırrımız düzenli aile yaşantımız.