Yeni Seçimler Yeni Anayasa
12 Haziran 2011’de yapılacak genel seçimlerin sonuçları aşağı yukarı herkesçe tahmin edildiğinden olmalı ki fazlaca heyecana neden olamamaktadır. AKP belki 2007 genel seçimlerinde almış olduğu % 47’lik oy oranını koruyamayacak ama tek başına iktidar olmasını sağlayacak bir oy alacağı kuvvetle muhtemeldir. İktidarı önceden az çok bilinen bir seçimin sonuçları da ister istemez heyecana yol açmamaktadır.
Belki bu yüzden olmalı ki, adaylar daha fazla gündem oluşturmaktadır. AKP’nin aday listesine bakıldığında yine başörtülü kadın adaya rastlanmamaktadır. Gerçi Antalya’da 13. Sırada başörtülü bir bayan adaya yer verilmiştir ama hem kazanabileceği bir sırada olmayışı hem de kazanması halinde başını açacağını bir müjde havası ile ilan etmesi, başörtülü aday olma özelliğinden uzak olduğunu göstermektedir. Türkiye’de kadın nüfus oranı dikkate alındığında yarısının bile başörtülü olması halinde ortalama 17 milyon başörtülü kadın Türkiye’de var demektir. Başörtülü olanlar okuma, çalışma ve nihayet seçilme gibi temel ve doğal haklarından yoksundur. Başörtülü kadınlar elbette bütünüyle AKP’li değildir. Ancak bunların en çok AKP’yi seçtikleri de bir abartı değildir. AKP kuruluşunu takiben, iki genel ve iki de yerel seçime katıldı. Bu dört seçimde gizli açık başörtülü kadınlara sürekli sabır tavsiye edildi. İlerde şartların düzeleceği ve kendilerinden gasp edilmiş olan haklarının da teslim edileceği AKP sözcüleri tarafından sürekli tekrarlandı. Üstelik 12 Eylül 2010’da yapılan Anayasa değişikliği halkoylamasının ezici çoğunlukla halk tarafından kabul edilmesi HSYK ve Anayasa Mahkemesi yapılarının önemli ölçüde değişmesine yol açmıştır. Eskisi gibi AKP hakkında sudan bahanelerle kapatma davasının açılması ve davanın da AKP aleyhine (değişen Anayasa Mahkemesi yapısından dolayı) sonuçlanması mümkün değildir. Buna rağmen AKP yönetimi yeni bir kapatma davası kaygısından dolayı başörtülü kadın aday gösteremedi. Dört defa katıldığı seçimlerde başı açık kadın aday göstermiş, belediye, il genel meclisi ve milletvekili gibi çeşitli görevlere başörtülü kadınların da oyları ile seçilmelerini sağlamıştır. Ama bir tek başörtülü kadın aday koyamamış ve seçtirememiştir. Bunun AKP yönetimi açısından bir büyük ayıp olduğunu herkes kabul etmelidir.
AKP bir lider/tek adam partisidir. Halka sorularak yapılan anketler, partililerin görüşlerinin alınması ve nihayet oluşturulan komisyonlarda aday adaylarının bir çeşit sınavdan geçirilmesi gibi işlemler AKP’de aday belirlenmesinde oldukça önemsiz olmalıdır. Eğer önemli olsaydı AKP’li bakanların seçim bölgeleri değişmiş olmazdı. Yahut aday yoklaması, anketler gibi sonuçlara bağlı olarak AKP’li bakanların seçim bölgeleri değişmiş değildir. Partinin lideri öyle demiştir ve öyle olmuştur. Muhtemelen Sayın Erdoğan, gençlik döneminde şahit olduğu parti içi demokrasi uygulamalarının benzerini şimdi kendisi de tekrarlamaktadır. Partisinin aldığı oyları tek başına kendisinin temin ettiği gibi bir önkabül onun istediği aday listesi üzerinde tasarrufta bulunmasını sağlamaktadır. AKP listesinde mevcut milletvekillerinin 167 tanesi yer almadığı gibi yer alanlarında kazanamayacakları bir sırada olmaları da dikkate alındığında belki 200 kişi böylece elenmiş olacaktır. Sayın Erdoğan bir önceki seçimlerde tek başına beğenerek seçimlere aldığı 200 kişiyi bu gün beğenmemektedir. Elbette bu takdirinde haklı olduğu örnekler bulunabilir. Ancak 200 kişinin tamamı üzerinde yaptığı bu tasarrufta haklı olması ne kadar mümkündür? Eğer 200 kişiyi liste dışı tutmasında tümüyle haklı ise bir önceki seçimlerde yaptığı değerlendirme de büyük hata işlemiş olduğu sonucu çıkabilir. 200 kişi üzerinde yanılmak, büyük bir oran sayılmaz mı? Ancak Sayın Erdoğan’ın Haziran seçimlerinde de başarılı olması iktidarda kalması halinde bu durum hiçbir sorunu yol açmayacaktır. Seçim kaybetmesi halinde bir sorun ortaya çıkabilir ki böyle bir ihtimal de yok gibidir.
Kürt seçmenlerin fazla olduğu illerde AKP’nin aday listesinin bir ricat olduğunu iddia edenler gibi (C.Çandar, 16 Nisan 2011, Radikal), bu illerin bu liste nedeniyle daha çok BDP’ye bırakıldığını iddia edenler de olmuştur(M. Yüksel vb). Urfa’da Kürt seçmen fazla olmamakla birlikte, AKP’nin 2009 yerel seçimlerinde olduğu gibi 2011 genel seçimlerinde de Urfa’da zorlanacağı söylenebilir. Çünkü Urfa’nın Türk ve Arap seçmenleri dışındaki Kürt seçmenlerinin önemli bir havzasını teşkil eden bazı Kürt aşiretlerinden, Zaza aşiretlerinden bağımsız milletvekili adayı çıkmıştır. Bu bağımsız adayların Urfa ilinde AKP’nin oy oranının düşmesine yol açması da kuvvetle muhtemeldir. İzol, Cevheri gibi Kırmanç, Bucak gibi Zaza aşiret adaylarının seçilmeleri halinde bile Urfa’da AKP’nin milletvekili sayında 2-3 tane azalmaya yol açması mümkündür. Ancak bunun Türkiye ortalaması üzerinde etkisi oldukça düşük düzeyde kalacaktır. Hüseyin Çelik, Milli Eğitim Bakanlığı esnasında ki uygulamaları ile AKP’nin Milli Eğitim alanında etki oranının mümkün olabilecek en alt düzeyde olmasını başarmışken, Van ilinde de PKK adaylarının etki alanının giderek genişlemesine de yol açmıştır. Çelik’in seçim bölgesinin bu yüzden Van’dan değiştirilmesi Vanlılar için bir kazanç olabilir. Ama liste başı yapıldığı Gaziantep’te hangi önemli kayıplara yol açacağını önceden tam olarak bilmek mümkün değildir. AKP listesinde pek çok ünlü gibi Mir Dengir Mehmet Fırat, Murat Mercan’da yer alamamıştır. Medya marifetiyle Kılıçdaroğlu’nun parlatılmasında Fırat’ın payı büyüktür. Muhtemelen bu payının da liste dışında kalmasında etkisi olmalıdır. AKP’nin Sayın Erdoğan’ın “Demokratik Açılım” gibi politikalarının belirlenmesinde ve içeriğinde önemli bir yeri olduğu kabul edilen İhsan Arslan - Abdurrahman Kurt vb isimlerin de liste dışı kalması beklenmedik bir gelişme olmuştur.
Ancak C.Çandar’ın yazısına bakıldığında iddiaları için verdiği tek örnek isim Haşim Haşimi’dir. Haşimi “Seyyiddir, Barzani ona çok saygı duyar, geniş bir oy tabanı vardır” gibi iddialarla Çandar görüşünü inandırıcı yapmaya çalışmıştır. Tanınmış her insanın kendi çevresinde bir etki alanı olacaktır. Bu durum elbette Haşimi için de geçerlidir. Ancak Haşimi’nin bu kadar heybetli ve sanal ünvanlarına rağmen, kendisinin etkili olduğu varsayılan Cizre ve çevresinde PKK’nın güçlenmesi de devam etmiştir. Haşimi’nin bu sanal ünvanlarının her derde deva olmadığını zaman göstermiştir. Doğrusu Barzani’ye yakın olmanın her zaman kişiye siyasi bir güç sağlaması da şüphelidir. Yine Barzani’ye çok yakın olduğu kabul edilen Şerafettin Elçi’de PKK’dan Diyarbakır adayı olmuştur. Demek ki Barzani’ye yakın olanlar da her zaman aynı siyasi çizgide olmuyorlar. AKP aday listesinin hatalarla dolu olduğu söylenebilir. Ancak bu hataların bazı illerden ricat anlamına geldiği ise büyük bir abartıdır. Çandar, zaten AKP’deki Kürt milletvekillerini “Kürt Sorununa taraf olmayan Kürt kökenliler” diye vasıflandırmaktadır. Bu durumda Kürt Sorununa taraf bile olmayan Kürt kökenlilerden bazılarının liste de olmasının veya olmayışının da fazla bir anlamı olmayacaktır.
8 Nisan 2011 tarihli avukat görüşme tutanaklarında Öcalan “Şerafettin Elçi, Altan Tan, S. Süreyya Önder vb. milletvekili adaylarının seçildikten sonra özgünlüklerini koruyarak ama grup disiplinine de uymaları gerektiğini” söylemiştir. Elçi’nin İslami bir söylemi hiç olmamıştır. Ancak Tan, İslami söylemlerinin içine önceleri Kürt milliyetçiliğini katmışken şimdi PKK’dan adaylığı ile birlikte Kürt milliyetçiliği ve İslami söylemlerinin yerinin ve derecesinin yer değiştirdiği görülmektedir. PKK’nın grubunda onun disiplinine uyarak nasıl özgün kalabilecektir? Gerçi DK çalışmaları nedeniyle PKK çevreleriyle bir uyum sorunu yaşamadığı da bilinmektedir. Bu tecrübesini genişleterek TBMM’de sürdürecektir. Üslubunun ve konuşmalarında ki içeriğinin giderek milliyetçi rengin baskın olduğu görülmektedir. Bu özelliklerine rağmen Öcalan hala onu dışarıdan gelmiş birisi olarak görmektedir. Grup disiplinini hatırlatmaktadır. O mahallede grup disiplinine uymayanların en iyi açıklayıcı örneği ise Fidan Güngör olayıdır.
CHP’de Baykal’a ve Önder Sav’a yakın olan isimlerin aday listelerinde olmayışının ise ülke gündeminden çok CHP’nin iç gündemi ile iç iktidar mücadelesi ile ilgisi vardır. CHP’de isimlerin değişmesinin asıl CHP’yi ne kadar değiştirmeye muktedir olduğunu zaman gösterecektir. Ancak CHP’nin Ergenekon davası sanıklarını milletvekili adayı göstermesi CHP’nin hukuka karşı hilelerinin yeni bir örneğidir. Mahkemeden adam kaçırmadır. Yıllardır savunur gibi yaptığı dokunulmazlıkların kaldırılmasını da aslında istemedi bu olayla da görülmüştür. Bazı sanıkların yargılanmasını belki ceza almasını böylece engelleyecektir. Adalet böylece seçimle engellenecektir. Gerçi CHP var olduğu günden beri Adalete karşı durmuştur. İlk defa bunu yapıyor değildir. Ama bu aday listesi aynı zamanda demokrasi dışı yol ile hükümet darbesi ile iktidar olmak isteyenleri de hem koruma hem de özendirmedir.
MHP’nin de aday listesi şaşırtıcı olmamıştır. Sayın Bahçeli siyasi rakiplerine af ilan ederek onların aday olmalarını sağlayarak belki kendi tabanını bir arada tutmaya çalışmıştır. Bahçeli’ye karşı olmanın da ilanihaye sürecek bir kan davası demek olmadığını da anlamış ve anlatmıştır. ANAP ve DYP kökenli isimlere de yer vermensin siyasi bir getirisi kuşkuludur. Bu isimler zaten bir şey getirebilselerdi, kendi partilerine getirmiş ve partilerinin barajın altında kalmalarını engellemiş olurlardı.
Bu seçimlerin yeni bir Anayasa etrafında şekilleneceği iddiası giderek yaygınlaşmaktadır. Ancak TBMM’deki grup sayısı ve güç dağılışında esaslı bir sonuç ortaya çıkmadığı takdirde yeni bir anayasayı hangi parti hangi güç ile yapabilir? Yeni anayasa tartışmalarının da yeni sorunlara yeni kaos dönemlerine kapı aralaması muhtemeldir.