Yeni Demokrasi Hareketi’nden Güncele
1990’lar ile bugünkü durumun temelde birçok benzerlikleri varsa, o halde yeni bir YDH’ya mı gerek var diye sorulabilir. Hayır, o günün koşullarındaki gibi bir YDH oluşumu sağlanamaz “YDH’dan güncele” demek, her ne kadar bir
tarihsel dönem anlamına işaret etse de, 20 yıllık bir geçmiş, tarih sayılmaz. Dolayısıyla bu başlığı tarihsel değil, siyasal bir dönem karşılaştırması olarak kullandım.
YDH’dan güncele derken, neden YDH?
YDH (Yeni Demokrasi Hareketi) konusunun bugünkü siyasal ortamla kapsamlı bir ilişkisi olduğundan, dönem karşılaştırması yapılarak YDH deneyiminin incelenmesinin önemli olduğunu düşünüyorum.
1990’lardan bugüne neler değişti?
Elbette çok şeyler değişmekle birlikte, neler değişmedi sorusu çok daha belirleyici.
Kürt sorunu, demokratik bir anayasa sorunu, kamu kaynaklarının talanı (bürokrasinin, merkezi ve yerel iktidarların zenginleşme aracı) sorunu 1990’ların Türkiye’sinde nasılsa, bugünde aynen devam ediyor. Hatta bazı alanlardaki sorunlar daha da ağırlaşmış durumda.
Bu ana başlıklar, birçok alt başlıklar olarak açımlanabilir. Örneğin demokratik anayasa konusunda yeni bir laiklik veya sekülerlik tanımı yapılarak Diyanet konusunda demokratik bir çözüm üretilebilir. Kamu kaynakları talanı sorunu, siyasi partilerin gelirlerinin şeffaflaşmasından kamu bankalarının düzenlenmesine; ihale yasasından vakıflar yasasına; iktidarın harcamalarının şeffaflığından maliyenin denetlenmesine vb.)
1990’larda Kürt sorununda ortalık kan ve barut kokusundan geçilmiyordu.
Faili meçhul cinayetler işleniyordu.
Beyaz Toros sözü, bir siyasi tarihe vurulan cinayet mührüdür!
Kürt köyleri yakılıyor, zorla boşaltılıyordu.
Gazetelere sansür konuluyor, muhalif Kürt basınının gazete binaları bombalanıyor, gazete elemanları açık açık katlediliyordu.
İnsanlar sokaklardan, evlerinden alınıyor, öldürülüp bir tarafa atılıyordu.
Kara para, uyuşturucu, kumar, cinayet gibi bilumum mafyatik işlerin tavan yaptığı günlerdi.
Egemenlerin propaganda araçlarında “Tek vatan”, “Tek bayrak”, “Tek millet” naralarından geçilmiyordu.
Örneğin TÜSİAD’ın Prof. Bülent Tanör’e hazırlattığı anayasa taslağına bile, dönemin muktedirleri vatan hainliği muamelesi çektiler!
Kürt var mı, Kürtçe diye bir dil var mı tartışmaları yapılıyordu.
Başta Gazi Mahallesi’ndeki kitlesel katliam olmak üzere Alevilere yönelik saldırılar devam ediyordu.
Siyasetçi – bürokrat – işadamı üçgeni tarafından kamu kaynakları soygunu devam ediyordu.
AB ile ilişkiler ipe un serme babında ‘yürütülüyordu’.
Vesayet rejiminin asker-bürokrat sözcülerinin tehditlerinden, höykürmelerinden geçilmiyordu.
O günler çok kötü günlerdi!
YDH’nın ortaya çıkış koşullarını genel olarak şu dört başlıkta toplayabiliriz: 1) Başta Kürt sorunu olmak üzere kimlikler sorununun (İslamcılığı da buna dâhil edebiliriz) derinleşmesi; 2) 12 Eylül faşizminin ana hatlarıyla (ekonomik – hukuki- şiddet) devam etmesi; 3) Sosyalist Blokun yıkılması; 4) Küreselleşmenin Türkiye siyasası üzerindeki etkileri.
Bu nesnel koşullar içerisinde YDH’nın siyasal öznesi ve bileşenleri ise, üç akım tarafından oluştu. 1) Liberaller; 2) Solcular; 3) Kürtler.
Önce bir sivil fikir hareketi olarak başlayıp iki yıl sonra, 1994 yılında partileşen YDH, programının merkezine Türkiye’nin AB standartlarında demokratikleşmesini koyuyor ve yukarıda sıralanan sorunların bu bağlamda çözümlenebileceğini söylüyordu.
1995 seçimlerine bir başarı abartısıyla giren YDH, seçimlerde 0,54 oranıyla 134 bin oy alarak büyük bir hezimete uğradı.
Partinin söylemleri toplumda belli bir karşılık bulurken, aynı toplum, seçimlerde aynı ölçüde destek vermedi. Bu durum, bir siyasetin fikirleri/iddiaları ile onun karşılığının olabilirliği konusuna tipik bir örnek olup siyaset sosyolojisi için önemli bir konudur, araştırılmalıdır.
Bir bakıma bu gerçeklik, Türkiye’de geleneği olmayan bir partinin yaşama imkânının pek olmadığını da göstermekte.
Farklı siyasal platformlardan hareketle bir araya gelenlerin kurduğu bu parti için kozmopolit, seçkinci, aydın hareketi, entelektüeller kulübü gibi pek de abes kaçmayan tanımlamalar yapılabilir. Ancak bu partiyi oluşturanların temel meselesi, toplumda demokrasi taleplerine alan açmak, egemenlerin faşizan iktidarlarına karşı siyasal bir tavrın kapısını aralamak ve buradan içeriye kitlesel bir akım/rüzgâr sağlayabilmekti.
Hayat, istenir olanlarla yaşanılır olanların çelişkisidir!
YDH, istenir olanın taleplerini uzun vadeli devam ettiremeyip yaşanılanın/pratiğin içerisinde kısa zamanda yok oluşunu yaşadı. YDH kitlelerle sıcak temas sağlayamadı.
Bugün ne durumdayız?
O günden bu yana genel hatlarıyla değişmeyen (daha doğrusu aynı minvalde devam eden) sorunları aşağıdaki başlıklar halinde ifade edebiliriz.
Kürt sorunu devam ediyor.
Azalsa da yine faili meçhul siyasi cinayetler ve canlı bombalar yoluyla kitlesel ölçekli cinayetler işleniyor.
Başta Aleviler olmak üzere kimlikler sorunu devam ediyor.
Güçler ayrılığı ilkesi çalışmıyor.
Sorunlu yargının sorunlu hali, yürütmenin direktifleriyle artarak devam ediyor.
Çoğunluk iktidarı anlayışı gereğince yasalardan ihalelere, imardan iş dünyasına kadar keyfi uygulamalar devam ediyor.
12 Eylül faşizminin anayasası ana hatlarıyla devam ediyor.
Gazeteciler yine tehdit ediliyor, tutuklanıyor.
AB ile ilişkiler kopma noktasına geldi.
Ortalık yine vatan, millet, devlet, bayrak, şehit edebiyatından geçilmiyor. Bir farkla; irat edilen bu nutuklara İslam, Müslüman sözleri eklendi.
Çevre katliamında arsızlık had safhaya ulaştı.
Kültür sanat faaliyetleri 1990’ların bile çok gerisine düşürüldü!
İktidara yönelik her protesto hareketi, güvenlik güçlerince 90’lı yıllardan daha beter bir şiddetle bastırılıyor.
Kamu kaynaklarının talanı aynı fütursuzlukla devam ediyor.
1994 yılında Kürt siyasetçilerin (DEP) dokunulmazlıkları kaldırılarak tutuklandılar. Şimdi de aynı senaryo tekrar ediliyor. Ve senaryonun repliği dahi aynı: O tarihlerde “Eşkıya Meclis’te” denilirken bugün, “Teröristler Meclis’te” deniliyor.
Asker-sivil bürokratik vesayetin yerini (ya da uzlaşılmış haliyle) AKP vesayeti aldı. Ve başkanlık dayatmasıyla yeni bir diktatörlük inşa ediliyor
Sonuç: Egemenlerin elbisesinin rengi değişti!
1990’lar ile bugünkü durumun temelde birçok benzerlikleri varsa, o halde yeni bir YDH’ya mı gerek var diye sorulabilir.
Hayır, o günün koşullarındaki gibi bir YDH oluşumu sağlanamaz.
Ancak 90’lı yıllarla bugünün büyük ölçüde benzeşen koşulları bizim önümüze yine aynı siyasi görevi koyuyor: Bu ülkede insan haklarına uygun bir hukuk sisteminin olması, başta Kürt sorunu olmak üzere kimlikler sorununun demokratik bir çözüme kavuşması, kamu kaynaklarının talanına son verecek bir iktisadi, siyasal, hukuki sistemin oluşturulması, vesayet rejiminin yıkılması;Türkiye’de AB standartlarında (Kopenhag Kriterleri kapsamında) bir demokrasinin kurulması!
Çünkü yukarıda genel olarak sıraladığım sorunlar, AB standartlarına sahip bir demokratik sistemde çözülebilir sorunlardır
Demokrasi liberallerin de, solcuların da, Kürtlerin de, Alevilerin de, azınlıkların da, mütedeyyin Müslümanların da, çevrecilerin de asgari müştereklerde bulaşacağı bir sistemdir. Bir diğer deyişle inşa edilen faşizme karşı demokrasi başlığı altında bir siyasi duruş gerekiyor.
Türkiye’nin son 35 yıllık siyasal gündemini belirleyen başat sorun, tarihsel Kürt sorunudur! Türkiye’de iktidarıyla, muhalefetiyle bütün siyasal partiler, politik yönelimlerini hep Kürt sorunu ve bunun aldığı biçimlere göre belirlediler.
Dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda bu durum bir kez daha net olarak yaşandı.
Kürt sorunu çözülmeden Türkiye’de diğer temel sorunların çözümlenmesinin de mümkün olmadığı çok açık.
Ancak bu durum, egemen iktidarların işine de geliyor! Çünkü Kürt sorunu üzerinden toplumu maniple eden iktidarlar, bu yolla işledikleri her türlü hukuksuzluğun, her türlü yolsuzluğun üzerini örtebiliyor ya da bunları Kürt sorunu çatışmasının gölgesine sokarak etkisiz kılıyorlar.
Bu nedenle Kürt sorunu ve demokratikleşme birbirini önceleyen değil, birlikte çözümler üreterek ilerlenebilecek sorunlardır.
1990’ların koşullarının büyük ölçüde devam ettiği günümüzde, YDH söylemlerini daha bir geliştirerek ne tür siyasetler ve ittifaklar üretilebilir hususu, üzerinde düşünülmesi gereken acil ve esaslı bir gündem olarak önümüzde durmakta olduğu kanısındayım. (HŞ/HK)