Yeni Bir Yapısal Reformu Kaçınılmaz, Ama Nasıl?
Dilek GAPPİ
G-Ö-Z-L-E-M
Türkiye ekonomisinde pembe tablo yaratmak isterseniz, söz edebileceğiniz doneler bulursunuz. Sıcak portföy yatırımlarından tutun, enerji alanındaki fırsatlara, kalan özelleştirmelere kadar seçenek sıralayabilirsiniz.
Ancak ekonominin bugününden gerçeklerden kaçmadan sözederseniz, en net karşımıza çıkan gerçek “üretememek” olur.
Makro ekonomi stratejisi bir ülkede üretimi artırmak üzerine kurulur. Sisteme yeni ve taze kanı borç mekanizmasını sınırlı tutarak edebilmektir amaç.
Ancak özellikle İstanbul Sanayi Odası’nın son açıkladığı ikinci 500 büyük kuruluştaki bazı rakamlar olağanüstü dikkat çekiciydi. Bu kuruluşların üretim faaliyeti dışı gelirlerinin yüzde 61’i kambiyo gelirlerinden oluşurken bu oran bir önceki sene, 2006’da yalnızca yüzde 7,8’di.
Yani dolar bazında borçlanan şirketler 2007’yi yüksek boyutlarda kur farkı geliri ve kambiyo kar’ı ile idare etmişlerdi. 2008 yılının da ilk sekiz ayda bu yolla devam ettiği açık.
Ancak doların düşüklüğü sayesinde kambiyo karını artıran aynı reel sektör; düşük kur nedeniyle küresel rekabette tıkandı veyaptığı üretim artık kar’sız hale geldi.
Bunun adı ise ayakta kalmak, üretmek değil “erimek”tir.
Sonuçta reel sektörü çevreleyen çeper daraldı.
****
Bu tablonun en şanslı yerinde ise bankacılık dünyası durur. Yüksez faizli Hazine kağıtları satışı bilançolarda doğrudan kar yaratır.
Türk bankacılık yetkilileri çoğunlukla benzer kalıplaşmış açıklamalarla konuşurken, bu formatın dışına çıkabilen ender isimlerden biri 31 yıllık bankacılık tecrübesiyle İş Bankası Genel Müdürü ve Bankalar Birliği Başkanı Ersin Özince’dir.
Özince hem konuşmalarında boşluklar bırakmaz hem de suya sabuna dokunmama kaygısı yaşamaz. İzmir’deki açıklamalar da böyleydi…
Türk ekonomi ve siyasetinin nabzını tutan isimleriyle İzmirli, Egeli sanayicileri başarıyla buluşturan ESİAD’ın ( Ege Sanayici ve İşadamları Derneği) konuğu olan Özince’nin anlattıklarından, bankacılık dünyasının da serbest piyasa ekonomisinin işleyişinden memnun olmadığını gördük.
Özince’nin çok önemli, bence iktidar tarafından da altı çizilmesi gereken önemli tespitleri oldu.
* Ne yazık ki Türk hazinesinin bile kredi değerliği yok. Kredi değerliği yatırım yapılabilir ülke niteliğinde değil. Bugün öyle komik bir durumdayız ki banka denetcileri biz bankacılara hazine riskini fazla alıyorsunuz diyorlar. Biz eskiden bunu söyleyeni ‘siz ne diyorsunuz’ deyip kovardık, şimdi öyle bir şey yapmamız mümkün değil.
* İMKB Başkanımız bizim on yıldır söylediğimiz şeyi tekrarladı; “Yerli yatırımcıyla yabancı yatırımcı arasındaki fark kalksın”. Nerede Bunun için Avrupa Birliği’ni beklemek şart mı ? Yerli yatırımcılar yurt dışına gidip yatırımlarını Türkiye’ye getiriyorlar. Hemen kalkmalı, bundan daha önemli ne olabilir ?
* Ne kadar özelleştirme yapılırsa yapılsın devletin özellikle Türk lirası konusunda piyasa hakimiyeti var, fiyat belirleyici, bu da çok yanlış. Devlet faizi, paranın fiyatını hatta her şeyi belirlemeye devam ediyor. Hazine iç borçlanmasıyla paranın faizini devlet belirlediği takdirde serbest piyasa ekonomisinden söz edemezsiniz.
Tasarruflarımız, kredilerimiz dışarıya gidiyor. Borsa işlemlerimiz de dışarıda yapılıyor. Türkiye de serbest piyasa ekonomisinin gerçekçi şekilde işleyebilmesi için diğer piyasayla ilgili vergisel düzenlemelerin, hukuki düzenlemelerin yani ticaret kanunumuzdan tutun icra iflas kanunumuza kadar birçok düzenlemenin değişmesi gerekli. Hukukta ihtisas mahkemeleri kurmak lazım.
****
Tüm bunlar önemli ancak can alıcı konuşmayı Özince sorumuz üzerine yaptı.
Kambiyo kar’larıyla kar patlaması yaşamasına karşın bankaların da doğru işleyişin bu olmadığını düşündüğünü söyleyen Özince Türk ekonomisinin yeterince üretememekten dolayı “mantığı basit ancak ciddi tehdit altlında olduğunu” lafı eğip bükmeden dile getirdi.
“Bu veriler bu kur bu faizle dünya rekabetinde nasıl bir yere varabiliriz. 5-10 yıllık perspektifle biri bize gösterse, ‘hiç merak etme 5 yılda, 10 yılda böyle olacak’ dese inanmaya razıyız. Mevcut programa maalesef işadamları, iş çevreleri değil, geniş halk kitlelerinin de itimadı kalmadı”
****
Evet, Türkiye hala sıkı para (IMF) politikası uyguluyor.
Buna karşın bütçe açığı ve iç borçlanma sorunu devam ediyor, (döviz açığına-cari açığa dayalı olarak, dışarıya bağımlılık sürüyor, istihdam sorunu ciddileşmiş durumda, Yüksek faiz ve düşük kur politikası sonucu YTL aşırı değerli, döviz aşırı ucuz hale geldi bu da ithalata dayalı bir ekonomi döngüsü oluştu. İşin tuhaf yanı, şimdi bunlardan IMF’de yakınıyor.
Peki IMF eski programı “yeni bir program olarak” önümüze dayatırsa itirazsız kabul edecek miyiz?
Bankacılık kesimini dahi bu kadar tedirgin konuşturacak bir ekonomik gidiş söz konusu ise zaman yitirmeden “Üretimin, istihdamın artışına yönelik” bir ekonomi programı ortaya koymak artık kaçınılmaz.
Son 30 çeyreğin en düşük büyüme hızını yaşadığımız bugünlerde tüm fenerlerin neleri aydınlattığını iyi görmekte yarar var. Ekonomiyi ise dev bir projeksiyondan aşağısı kurtarmaz.
Yazımızı Özince’nin sözleriyle tamamlayalım:
“Yeni bir ulusal programa ihtiyaç var, ancak bunun nasıl olması gerektiğini birlikte tartışmalıyız. Bu şekilde gidemeyeceğimiz açık”
****
ŞEHRİ, SEKTÖRÜ DEĞİL, YABANCI ŞİRKETLERLE EVLİLİKLERİ TEŞVİK EDELİM
Öykü , bir Türk işçisi Nedim Tokmak’ın Almanya’da çeşitli işlerde çalışırken yaldız boyayla tanışmasına dayanıyor.
O sıralarda Türkiye’de yaldız boya üreten bir firma bulunmadığını farkeden Tokmak, kapanan bir firmanın reçetelerini aldıktan sonra bu işe iyice ısınıyor ve devamını getirmeye karar veriyor. Böylece 1972 yılında Şemik İzmir Kimya San ve Tic. A.Ş. doğuyor.
1998 yılında yaptığı kaliteli üretimle dikkat çeken Şemik’e Alman firmalardan teklif geliyor. Sonunda bu görüşmeleri 1999 yılında Alman Heraeus lehine sonuçlandırıyor ve firmanın adı Heraeus-Tokmak olarak bugünlere geliyor.
Bugün firmanın genel müdürlüğünü üstlenen Nedim Tokmak’ın yeğeni Mustafa Delen genç bir işadamı ve seçtikleri işkolundan çok memnun. Alışmadığımız farklı bir üretim kolunda alman ortakları ile birlikte üretim yapıyorlar. Seramik ve camlarda kullanılan boyaları daha çok da altın ve gümüş yaldız boyaları üretiyorl
Ortakları Heraus dünyanın en büyüklerinden. Zaten dünyada bu üretimi yapan firmalar 8 adetle sınırlı. Firmanın seramik üreten ve seramik alıp dekorlayan firmalarda yüzde 90’lık bir pazar payı var. Firma ayrıca porselen alanında Türkiye’nin en büyük üç firmasıyla Güral, Kütahya ve Porland ile çalışıyor.
Delen, ortaklığın başladığı 1999 ve 2001 yılları arasındaki dönemin her çeyreğinde Alman ortakları tarafından denetimlere tabi tutulduklarını ve sonraları bu denetimlerin seyrelmeye başladığını söylüyor. Alman ortakları ile mutlular, hedeflerini büyütüyorlar.
Ürettiği boyalarda İstanbul Altın Borsası’ndan satın alınan sertifikalı külçe altını kullanan ve bugün 24 ülkeye ihracat yapan firma için, altına önem veren Arap ülkeleri adeta parlayan bir hazine gibi. Delen ayrıca yaralarını saran ve kendine gelmeye başlayan Irak’ın da için çok önemli bir pazar olacağı düşüncesinde.
***
Delen’in dayısı bir tesadüfle bu sektöre girmiş, Almanya tecrübesi ona Alman ortak sağlamış. Türkiye’de yüzbinlerce KOBİ için de aslında öncelikli çıkış yollarından birisi .
Türkiye’nin ekonomisinden dolayı Türk şirketlerinin yeterli sermaye birikimi bulunmuyor, teknoloji de sürekli geliştiği için şirketlerin rekabet gücü de bu açıdan zayıflıyor.
Türk şirketlerini yeni yatırımlara da yönlendirecek şekilde, mağdur etmeyecek ortaklıkların devlet tarafından desteklenmesi büyük katkı sağlayabilir, yabancıları da portföy yatırımlarının ötesinde doğrudan yatırıma yönlendirebilir.
Kuralları iyi belirlenmiş, sağlam bir denetim mekanizması uygulanmak kaydıyla arsa tahsisinden, vergiye kadar bu tür ortaklıklara destek sağlanabilir.
Siz zaten başarılı bir şirketseniz yabancı gelir, sizi bulur demenin artık bir geçerliliği de yok, çünkü şirketlerin tek başına ülkenin bu koşullarında gelişim sağlamaları
kolay değil.
Delen’e göre de yabancı ortaklıklar ülkemizde teşvik edilmeli. Küçük bir KOBİ iken bugün yabancı ortakları ile sağlam adımlar atan orta ölçekli bir işletmeye dönüştüklerini anlatan Delen, “Yabancı firmalar ve işadamları gittikleri ülkedeki iş adamlarının vizyonunu değiştirmesine, yeni bakış açıları kazanmasına yardım ediyor. Ayrıca Heraeus bizim sayemizde Ortadoğu pazarına açılma fırsatı buldu. Türk firmalarının yabancı firmaların ortaklık kurması ve birbirlerinden faydalanması çok mantıklı.”
Bu arada Delen yabancı firmaların yerel ortaklıklara neden önem verdikleri konusunda Alman ortaklarının anlattığı bir anekdotu anlatıyor:
“ Ortaklarımız Şangay’da kendi yaptıkları tesislerini 1’den 4’e kadar numaralandırmışlar ancak 4 numaralı bölümde hiçbir işçi çalışmak istememiş. Bir süre sonra Çin geleneklerine göre 4’ün en uğursuz rakam olduğunu öğrenerek, bloğun sayısını Çinliler’in uğurlu saydıkları rakam olan 8 ile değiştirmişler. Şimdi tesisler 1,2,3 ve 8”
Özel sektör kur riskinin arttığı, BDDK Başkanı bile “Özel sektör büyük kur riski taşıyor. Kurda hareketlilik olursa reel sektörün bir kısmı yabancıların eline geçebilir”şeklinde uyardığı bir gidişatı seyretmek yerine, kan pompalayacak güç inşa etmenin tam sırası değil mi ?