Yazmayı Yazmak
Posta gazetesindeki şiirlerle alay etmiyorum hiç. Mutlaka okurum onları. Belki de "kendini yüksek görme" duygusunu tatmin için de bakıyor olabilirim... fakat, yok, öyle değil. Veri olarak değerlendirmek gerek, diyorum ve değerlendiriyorum. Yani, insanlarımızın zihinsel dünyaları nelerle ilgili, nerelerde geziyoruz biz?.. gibi sorulara yanıt bulunabilir. Böyle şeyler bize lazım olur.
Karşılaştırma mekanizmalarımı daha iyi çalıştırabilmek için ünlü şairleri de okurum hemen sonra. Veya aklıma getiririm.
Öğrencilerime de derim arada bir: Haddinizi bilin, diye. Arada bir de "haddimi bilin!" derim. Bunu öncelikle bir kibir duygusuyla söylediğimi algılıyor olabildiklerini ihtimaline karşı, peşinen açıklama yaparım: Haddinizi bilmezseniz haddinizi yükseltemezsiniz. Bu arada, hadde diye bir kelime de vardı, şimdi hatırladım.
Bazen, arkadaşlarla konuşurken bazen oradaki buradaki yazılarımda yazmanın kolay olmadığını söylerim. Yazmanın kolay olup olmaması meselesi yazanın ne istediği ile ilgili olur. Bu işi otomatiğe bağlamak, üretken gibi görünmek, konu seçimlerini uçlardan yaparak...veya çoğu zaman ağırlıklı-ortalama zihinsel düzlemlere yazarak ortalama algıların yüksek beğenileri ile okurun kafasında zor şeyleri kolay yazabilen imajı oluşturmak da mümkün. Peki aslında kimin için yazıyoruz, yazıyorsak?
Ne istediğinizle alakalı bir şey bu.
Başka sorular da var. Bunlardan bir tanesi neler yapmamız gerektiği ile ilgili. Yaptığımız şeyler bizi biz yapar. Veya yaptığımızı düşündüğümüz şeyler. Yazanın her şeyini kaybedebilme ihtimali çok yüksek. "Her şey" derken ilk başta aklı, kişiliği vb şeyleri. Bunlar olmadan insan pek bir insana benzemiyor. Başkalarının bizi "insan"a benzetebilmesi insan olmamız için yetmeyebiliyor. Aklın merkezine ne koyduğumuz, kişiliğin veya kişilik tanımının merkezine ne koyduğumuz kanunlarla düzenlenmediği için, sonsuz bir seçme özgürlüğü varmış gibi görünmesine rağmen, ve de bu çok çekici gelmesine rağmen, bir gün geliyor insan "ben nerdeyim?.." diye sorabiliyor. Tehlikeli olan bu. Neredesin sen? Boğulmuşsun kelimelere, boğulmuşsun insanlara veya insansılara, bir yanında basitliğin duru çekiciliği, öte yandan alacalı-gözalıcı bir akış.
Raflarda kitapların çoğaldığına bakmayın. Bize bir cevap mı veriyor bu kitaplar. Dergiler. Bu Internetler, gazeteler... Cevap verebilselerdi bir tane kitap veya bir tane kelime olurlardı. Tutuyorsun sen de o yüz binlerce kitabın arasına girmeye çalışıyorsun. Neden? Yeni bir cevap olamamak için mi? Yazan kişi oralarda kendini sınar tabii;neredeyim? diye. Veya, okuyan kişi de sınar; neredeyim ben? diye.
Meseleye, bir cevap bulabilmek - cevap olabilmek ekseninde, baktığınızda; ve de yazmakla ilgili istediğiniz şeyin zorluk derecesi ölçüsünde akıl sağlığını, kişilik sağlığını yitirme tehlikesi ile karşılaşabiliyor insan.
İnsanoğlu çok farklı beslekli bir varlık. Zızzıpları hatırladım şimdi. Zıpzıp mıydı adı.. fakat önemli değil. Bunlar bir balık türü. Hem suda hem balçık-karada yaşayabilen balıklar. Ön-alt yüzgeçleri ayak'a evrilmiş gibi. İnsan gibi kullanabiliyor ön-alt yüzgeçlerini ve adım atıyor. İnsan buna da benziyor. Hem sudan gıdalanabiliyor hem havadan. Tam oturmuş bir benzeti olmadığının farkındayım. Yani, bir yanda yazan insan:cevap arayışı içindeki yazan insan modeli vardır diğer yanda kendini haz dünyasının merkezine bırakmış yazan insan modeli de vardır. Bu gün, Sözcükler Dergisi'ndeki bir yazıda, Umberto Eco ile bir söyleşi, adlı yazıda da buna benzer bir şey gördüm. Bir yaklaşım. Haz dünyasına hitap eden yazar modeli ile öteki yazar modeline yaklaşıyordu felsefi olarak. Kısaca şunu diyordu Umberto Eco:" Yazan kişi, okur için yazmaz..." Bu size çok tuhaf mı geldi?.. Yani, ne demek okur için yazmamak?.. Cinlere mi yazıyoruz biz! Şöyle yorumladım ben: Haz dediğiniz şeyi size bir jakuzi bile verebilir. Hal böyleyken, hazza hizmet eden yazar kişiye bir jakuzi desek de yeridir.
Şu an kaldığım eve mayısta yerleştim. Eskiden İngilizler çoğunluktaymış bu sitede. Zevkli insanlar. Jakuzim bile var yani. Ne yapayım! İlk defa bir jakuzim oldu..birazzcık hava atayım. Oradan aklıma geldi jakuzi. Haz maz diyorum da, ne demek istiyorum haz deyince. Çoğunlukla bedeni zevklere dönüşen iletişim araçları ve nesnelerinden bahsediyorum. Kelimeler vardır; bunların bir arada bulunması, kullanım şekilleri doğrudan hazza hizmete eder. Konular. Cümleler. Tarif ettiğim ve anladığım haz kavramından insanı başka bir yere götürmeyen şeyler. Zaten bildiğiniz şeyler. Hep jakuzinin içindeyiz yani.
Ben aklımı kaybetme ihtimalini yeğlerim. Kaybetmemek için de temkinli olmakta fayda var tabii.
İnsanlar size yazdırırlar. Ve aklınızı kaybetme ihtimali de yine insanlarda başlar. Bu başlama durumu, insanların sizden çok bakımdan "üstün-baskın" olmasından filan kaynaklanmaz. Denk görebilirsiniz. Aynı yerde aynı yerçekimine tabi olmak. Böyle görebilirsiniz. Fakat onlara algı kapılarınızı açarken dikkatli olmanız gerekir. Onları, onlar gerçek olmasına rağmen bir "kurgu" gibi görmeniz gerekebilir. Aksi halde, alacalı bulacalı sürekli değişen her forma girebilen, onları kurgu gibi görebilmeyi başarabildiğiniz hallerde bile, insan nesnesi her şeyinizi alt üst edebilir. Onlar size olduğunuz şeyleri de gösterirler; olabileceğiniz şeyleri de... Olduğunuz şeyleri gösterdiklerinde bu durumu karşılama-etkisiz yapma gücünüz vardır; neden? çünkü durumu iki kişi paylaşıyor olur. Olabileceğiniz şeyleri göstermeleri...ürkünç olan bu! Size bulaşan şey bu! Hastalık bu. Olup olmamanız o kadar önemli değil;o şeyleri göstermeleri, ürkünç olan.
Bitmez bu konular... İçimizde bir yerlerde bitirmek istemeyen bir şey var. Beynimizde bir kurt belki. Kurt beynimizi yiyor ve beynimizi dışkılıyor. Veya bir baykuş tünedi beynin dallarından birinde; karanlık. Karanlığı pençeleri ile tutuyor. Tutmasa gece gündüz olur mu bilemiyoruz. Jakuzimize girip unutalım bir konuları.