Yazıklar Olsun Böyle Hakemlere
Bu köşeden spor ağırlıklı yazıyı nadiren yazarım.
Spor konusundaki yorumları, gazetemizde uzman konumundaki arkadaşımız Şinasi Oruç, kendine özgü üslubu ile son derece güzel bir şekilde dile getiriyor.
Hatta öyle ki, artık Bandırma ve çevresinde yazdığı yorumlarda yaptığı tahminlerde tek otorite olduğunu dahi iddia edebilirim.
Fakat, bugünkü yazım nadir olarak işledim, spor ağırlıklı olacak.
Biliyoruz ki, ülkemizde futbol tartışmasız bir şekilde spor sektörünün en üstünde yer alıyor. Söylenildiğine göre 60 milyar dolarlık bir hacme ulaşmış. Ne kadar doğrudur bilemem.
İkinci sırada ise yine tartışmasız olan basketbol yer alıyor. Onun da transferlerde dönen milyon dolarlarına dikkat edilirse, birkaç onluk milyar dolara doğru geldiği kuşkusuzdur.
Futbolda, üç büyükler de dahil olmak üzere artık şirketleşmeye gidilerek, kulüplerin aynı zamanda birer gelir kapısı durumuna dönüştürülmesi, yapılan milyar dolarlık harcamaları bir şekilde geriye dönüşümünü sağlamak için, yeni yeni tedbirler alınıyor.
Bunun yanı sıra, çeşitli şans oyunlarından, izleyicilerden, televizyon yayınlarından elde edilen gelirler de, futbol kulüpleri arasında bir şekilde paylaştırılıyor. Amaç, futbolda ulaşılan bu büyük rakamları bir şekilde, kulüplere geri ödemek.
Yalnız şu var ki, basketbolda bu durum, futboldaki gibi işlemiyor.
Basketbol takımları, genellikle ülkemizde bulunan büyük şirketlerin sponsorluğunda, sahalara çıkıp, karşılaşmalarda bulunuyor.
Onların, futbol gibi ne doğru dürüst bir şans oyunu geliri var ne de canlı yayınlardan veya izleyicilerden elde ettikleri başka bir gelir.
Daha doğrusu, buralardan gelen gelirler, bir anlamda devede kulak örneği gibi kalıyor.
En büyük kaynak, kulübü destekleyen kuruluş oluyor kuşkusuz.
Bugün gerek Avrupa çapında, gerekse dünya çapında karşılaşmalara çıkan kulüplerimiz göz önüne alındığında, her yıl yüzlerce milyon dolarlık yatırımların yapıldığı, basketbolcuların gelip gittiği bir başka dev sektör doğdu, ülkemizde.
Futbolda, nasıl ki üç büyüklerin eskiden gelen bir karizmaları ve taraftar gruplarının yoğunluğundan dolayı tartışmasız üstünlükleri bulunuyorsa, aynı durum basketbol sektöründe de yer alıyor.
Yine bu üç büyüklere alternatif olarak yer alan bir iki kulüp takımı, basketbolda öylesine bir hakimiyet kurmuş durumdalar ki, herşey onların isteği doğrultusunda gerçekleşiyor ne yazık ki!..
Bu sektöre yapılan yüzlerce milyon dolarlık yatırımlar, gerek insana yönelik alt yapı, gerek tesislere yönelik alt yapı harcamaları, Anadolu takımı hüviyetinde yer alan bazı kulüpler için, karabasana dönüşme yolunda hızla ilerliyor.
Geride bıraktığımız pazar günü, Bandırma’ya basketbol sporunu sevdiren, yine Bandırma başta olmak üzere, Erdek ve Gönen’e semt sahaları kurarak, sokak basketbolu adı altında, bu ilçelerde de alt yapı imkanları yaratan Banvit, Türkiye’nin en büyük kulüpleri arasında yer alan Efes Pilsen ile kendi sahasında ve seyircisinin önünde karşılaştı.
NTV’nin de canlı olarak yayınladığı karşılaşma, tribünleri iğne atılsa yere düşmeyecek şekilde dolduran Bandırmalı taraftarların da desteği ile Banvit’in gözle görünür üstünlüğü ile başladı.
Bu yıl tamamen yenilenen Banvit kadrosunda yer alan birbirinden hırslı ve heyecanlı basketbolcular, sadece Türkiye’nin değil, Avrupa’nın da devleri arasında sayılan Efes Pilsen’i, kelimenin tam anlamıyla hallaç pamuğu gibi atıyordu.
Anadolu Endüstri Holding bünyesinde yer alan Efes Pilsen’in, reklam yapamadıkları için tüm reklam harcamalarını kendi bünyesindeki kulübe ve bu kulübe kolaylık sağlayacak her türlü kişi ve kuruma yaptığı söylentilerinin doğru olduğu, Banvit-Efes Pilsen karşılaşmasında bir kez daha ortaya çıktı.
İlk iki periyodu Banvit’in son derece üstün bir performans sergileyip, 20 sayılık farkla arayı açtığı bir skorla noktalanırken, Efes Pilsenli oyuncuların yüzlerindeki şaşkınlık ifadelerini görmek de, izleyicilere ayrı bir gurur veriyordu.
Efesli oyuncular sanki şoka girmiş gibiydiler. Geçmiş yıllarda gelip de burada yendikleri Banvit takımı, kendilerine fark atmaya başlamıştı. Bu kendileri için kabul edilebilir bir durum değildi.
10 dakikalık arada, herkes kendine göre bir yorum yaparak, farkın ikinci yarıda daha da açılacağını ve Efes’e tarihi bir fark yapılacağını konuşmaya başlamıştı.
Herkes mutluydu... Herkes gururluydu.
Avrupa’nın bir devini, Banvit kendi seyircisi önünde evire çevire yeniyordu...
İkinci yarıda, farkın çok daha yukarılara çıkacağı ümidiyle, herkes koltuklarına oturup, maçı izlemeye başladı.
Ancak, bizler dahil herkesin unuttuğu bir hakem faktörü vardı.
Sahada yer alan ve hakemlik mesleğinin bana göre yüz karası 3 kişi, bir maçın bir takımdan alınıp, diğer bir takıma nasıl hediye edileceğini açıkça gösterdi.
Hem salonda yer alan binlerce kişi önünde, hem de canlı yayında milyonlarca izleyici önünde...
Hakemlik, aynı zamanda adalet dağıtmaktır. Adil olmaktır. Sadece kuru kuruya bir maçı yönetmek değildir.
Yalnız, asla şerefli bir şekilde bu maçı yönetmediklerini, verdikleri birbirinden hatalı kararlarla ortaya koyan hakem üçlüsü, seyirciyi de çileden çıkartmayı başardı.
Baktılar, Banvit almış başını gidiyor. İkinci yarıda da aynı şekilde farkı daha da arttırma peşinde. Efes Pilsenli basketbolcuların da, dayanacak gücü kalma-dı. İşte, bu noktada şerefli bir şekilde maç yönetmeyen utanç sembolü olacak üç kişi devreye girdi.
Yazımın başında dediğim gibi spor otoritesi değilim. Ama verilen özellikle hatalı kararlar, öylesine bariz bir şekildeydi ki, ilk kez bir basketbol karşılaşması izleyenler bile bunu anlayabilirdi.
Anlaşılan, 10 dakikalık arada, birileri bir şekilde devreye girmiş, bir takım taahhütlerde bulunmuş ve bu maçı asla şerefli bir şekilde yönetmeyen bu üç kişinin aklını çelmişti.
Namus kavramlarının geri plana itildiği bir karşılaşma yöneten bu üç zavallı, sanırım kendilerine taahhüt edilen her neyse, onun hayaliyle öylesine bir havaya girdiler, öylesine Banvit’i engellemeye başladılar ki, neredeyse Efeslilerin attığı ikilik sayılara 4, üçlük sayılara da 6 verdirme boyutuna dahi geldiler.
Hatta, hiç yoktan uydurdukları bir teknik faulün karşılığı olarak bir kalemde üst üste iki ikilik atış yaptırarak, farkı kapattırmak için ellerinden geleni yaptılar. Ve de başarılı oldular.
Bir emek hırsızlığının nasıl yapıldığının milyonların gözü önünde gerçekleştiren bu üç şerefli bir şekilde maç yönetmeyen adam, eğer çoluk-çocuk sahibi iseler, çocuklarının yüzlerine nasıl bakacaklar?
Doğrusu çok merak ediyorum.
Haa, bu gibi durumlara alışıklarsa, söyleyecek bir şey tabii ki yok. Onlar demek ki bu yolun yolcusu olmuşlar. İnsanı insan yapan bir takım değerler, onların gözünde farklı bir boyuta ulaşmış ve tamamen maddi içerikli bir duruma dönüşmüş.
Eh, Allah inançları varsa (ki, hiç sanmıyorum) bunun bir şekilde ilahi adalet önünde hesabının da sorulacağını bilmeleri gerekir.
Ama böyle bir inançları zaten olsa, bu durumu yaratmazlardı ya...
Sonuçta, Anadolu kulüpleri olarak nitelendirilen, ister futbolda olsun, ister basketbolda olsun, emeklerinin çalındığı, gasp edildiği, hiçe sayıldığı bir kez daha ortaya çıktı. Hem de, hakem gömleği giydirilen bir takım gaspçılar tarafından...
Şu var ki, bizler Bandırma olarak, Banvit’i asla şampiyon göremeyeceğiz. Çünkü, yapmayacaklar. Bunun tezgahını kuranlar, anlaşılan daha yılın başında kimin şampiyon olacağını, kimin hangi karşılaşmalara katılacağının kararını vermiş. Kuklalara da bunları uygulamak kalmış.
Bir başka gerçek var ki, pazar günü oynanan Banvit-Efes Pilsen karşılaşmasının asıl galibi, bizlerin gözünde kesinlikle Banvit... Efes’i perişan ettiler. Hepimiz gördük.
Bir tek göremeyen şerefli maç yönetmeyenlerdi...