Yatakla Dudak Arasında Köşeler Kapılırsa…
Ekranlara bakıyorum, gazeteleri okuyorum, sosyal medyaya göz gezdiriyorum… Sonra yaşamımızın ve gündemin ta kendisi olan insanlara çeviriyorum gözlerimi… Karşıma çıkan manzara buram buram sefalet dolu! İçim öfkeyle kabarıyor.
Artık hiç tat vermeyen TV ekranlarıyla, onlardan farklı bir şey sunamayan gazetelerde durum oldukça vahim. Peki, niye? Cevap, ‘işe giriş’ yönteminde gizli. Yeteneğin, bilginin ve emeğin alabildiğine ucuza harcandığı bu oluşumlarda, bir yerlere gelebilmek için ya ‘yatak-yorgan’ sohbetine nail olacaksınız ya da ‘filanın akrabası’, ‘falanın has adamı’. Bundan ötesi, fırıl fırıl dönen dünya görüşlülerin dudakları arasından çıkacaklara kalmış. Bu ‘kraldan çok kralcılar’, kendi çıkarlarını gerçeklerin üstünde tuttuklarından, geçmişlerini unutmayı da çok iyi başarırlar. Öyle ya, bir tarihte en yakın arkadaşının izne gidişini fırsat bilip yerini kaptığını veya zamanında bugün peşine takıldığının aksine bir görüşü desteklediğini kim çıkıp da yüzüne haykırabilir… Hoş zaten güçlerini kapılandıkları yerden aldıklarından, haykıracaklarla da konuşmaya yanaşmazlar. Bunların kimliği önemli değildir. Medyadakiler başta olmak üzere herkes çevresine bir göz atsa mutlak benzerini görecektir. Sözün kısası, özel muhabbet kurulmayanlarla, destekli olmayanlara geçit verilmez bu dünyada.
Kamuoyu oluşturmada en etkili araç olan medyada ve doğru haberin kaynağı diye bildiğimiz ajanslarda yürütülen bu ahbap-çavuş ilişkisinin dışında bir de yatak desteği var!
Bir bakarsınız kıytırık bir gazetede stajyer olan ve tek satır yazı yazmayı bile doğru dürüst beceremeyen 20-25 yaşında bir kadın, en köklü ajanslarımızdan birine sınavsız mınavsız kapağı atmış! Nasıl olur bu? Efendim, eğer o ajansın başındakinin arkadaşıyla yatağa girilmeye başlanmışsa bal gibi olur.
Babası yaşındaki adamla ‘iş’ beklentisiyle kırıştıran hatun, onun tavsiyesi ve ricası üstüne bu köklü kuruma ‘şıp’ diye giriverir. Girdikten sonra da, bir senede üç beş basın bültenini haber diye yedirir. Hatta onu bile kendisine külfet görüp daha basit ve prestijli olan ajans fotoğrafçılığına soyunur. Bu tür örnekler kapağı attıkları yerde maaşları cebe indirir, sigorta ve basın kartı sahibi olurken emeğiyle iş üretmeye çabalayanlara ‘ayva’ yemek düşer.
‘Benim çizgimde olmayana köşem yok’ diyenlerden ne beklenir?
‘Görüş’ bahanesinin ardına sığınıp kendilerini ‘sorgulanamaz’ kılanların hükümranlığının hüküm sürdüğü yerde, karşılıksız emeği bile hiçe sayıp kapının önüne koyuveren bu yapılaşmanın ürünü olanlardan ‘özgür’ ve ‘tarafsız’ haber almak nasıl mümkün değilse, ‘Çalışman gerekmez. Sevişmen yeterli’ diyenlerden de düzgün iş ummak hayalciliktir! Toplumun her kesiminde yürütülen bu ‘ilişki’ye dayalı düzen ne yazık ki, istismara daha açık olan medyada tavan yapmıştır. Kızan kızabilir. Ama herkesin bilip de ‘yerimden olurum’ korkusuyla açıkça dile getiremediği bu gerçek olanca çirkinliğiyle palazlanmasını sürdürürken bir yandan da halkın sağlıklı bilgilenmesini ve akılcı kamuoyu oluşmasını engellemektedir.
Sonuç meydandadır. Sürekli tekrarlanan haberler ve pıtrak gibi çoğalan dizilerle uyutma misyonunu yürüten ekranlar… Destekli köşelerinden papağanca yazılarla insanı okumadan soğutanlar… Klişeleşmiş, reklam kapmak için çıkan kalitesiz gazeteler… Maksat, dostlar alış-verişte görsün! Tirajlar, itibarsızlığının göstergesi ya görmek isteyene ne çare…
Suç, yozlaşmaya göz yuman herkeste!
Sanal medyaya gelince… Magazinciler ve gazete uzantıları kendi yollarında yürümekte. Bunun dışındakilerde ve sosyal paylaşımda, herkes bol bol laf üretmekte. Kimse hayatından memnun değil. Kapalı kapılar ardında, klavyelerinin başında, takma isimlerin gölgesinde homurdanıyor. Ama iş, gerçekleri uluorta dile getirmeye gelince ‘süt dökmüş kedi’ sıfatına uygunluk hâsıl oluyor.
Bu yozlaşma düzeninin sebebi sizlersiniz değerli bayanlar-baylar! Gerçeklerle yüzleşmeyi, ‘başkaldırı’ sayanlara; eleştirileri, ‘düşmanlık’ olarak nitelendirenlere ‘suskunluk’la destek çıkarak… Sırtlarını birilerine dayayıp köşeleri tutanları ‘alkış’larla yücelterek… Önünüze konanı yeme ‘pısırıklığı’nda iyiyi yapmaya çalışanların, doğruyu söyleyenlerin harcanmasına göz yumarak… Balık bir kez kokmaya başlayınca, yatakla dudak arasında kapılan köşelerde ne hakkı savunan kalır ne de hesap soran! Malum, taşlar bağlanınca köpekler serbest kalır.
Anibal Güleroğlu