‘Yastık Altı’ Nasıl ‘Kara Para’ya Dönüştü?
Eskiden kıt kanat geçinen insanlar zor günlerde başkalarına muhtaç olmamak için küçük tasarruflarını çoğunlukla altına çevirip, tamda ifade edildiği gibi yastık altında biriktirirlerdi.
Başkasının malına el uzatmayı ‘haram’ sayan bir toplumda, kimsenin gözü bu birikimde olmazdı. Bu yüzden de evinin kapısına kilit vurmayı aklından bile geçirmezdi.
Önce kanunlar değiştirilip, hırsızlık basit ve âdî bir suça dönüştürüldü. Verilen ceza elde edilen haram kazanç yanında basitleştirildi. Hatta sık sık aflara maruz bırakılarak ceza iyice yoksunlaştırıldı.
Dolayısıyla ‘tasarruf’ suç haline getirilirken, hırsızlık da özendirildi.
Olup biten tüm birikimin bankalara gelmesi, kayıt altına alınması ve kontrol edilmesi için bir oyundu.
Kayıt altındaki nereden ve nasıl elde edilirse edilsin “meşru”, kayıt dışı olan cennetten gelse “gayri meşru” sayıldı.
Dahası, ister uyuşturucu sat, ister tefecilik yap, ister genelev işlet, ister kumar oynat, hiç fark etmez. Yeter ki kayıtlı yap ve vergini ver.
“Vergilendirilmiş kazanç kutsaldır” denmiyor mu vergi dairelerinde? Para için maskaralığa “kutsallık” bile atfeder bu materyalizm…
Yani küresel baronların kontrol edemediği her kazanç “kara para”dır! Onlar neyi “meşru” kabul ediyorsa, o herkese göre meşru olmalıymış.
Bu oyunu tezgâhlayanlar, İzitsu'nun “doymak bilmez haram yiyiciler” olarak tarif ettiği Yahudilerden başkası değildi.
Bu sayede tüm paranız kayıt altına alınmış olacaktı. Devletlerin bu gerekçelerle ikna edilmesi zor değildi. Bu hal tabiri caizse, kaymaklı kadayıftı. Hem herkesin servetini kontrol edebilecek, hem de kendinde toplayarak yönetebilecekti.
Ama ‘dindarlar’ diye bir sorun vardı…
İslam haksız kazancı ve faizi haram kıldığı için, Müslümanlar bankalardan uzak duruyordu. Hatta bankanın gölgesinden bile geçmiyorlardı.
Bunu aşmanın bir yolu olmalıydı… Önce midelerini ifsad ettiler. Midesi ifsad edilen bir Müslüman’ın imanını ve vicdanını ifsad etmek zor olmayacaktı.
Çok geçmeden onunda yolunu buldular.
Önce petrol zengini körfez ülkelerinde “faizsiz finans kurumları” diye küresel sisteme mündemiç/entegre bir yapı inşa ettiler. Ardından bunu bütün İslam coğrafyasında, en sonunda da bütün dünyada yaydılar.
Servetler bu yolla kayıt altına alındı, kontrol edilebilir hâle getirildi. Artık yastık altı, hanımların altın günü her ne adla olursa olsun bütün birikimler hatta Filistin’e yapılan yardımlar, bir kuruma veya şahsa verilen zekât/sadakada, faizli/faizsiz bankalarda toplandı.
Bu da yetmedi, bu paralar buralarda tutulduğu için kira, muhafaza veya hesap işletim ücretleri adıyla soyguna maruz bırakıldı.
İtiraz edenler çıkmadı mı? Çıktı elbette!
Öncelikle ‘yastık altı’ denilen tasarruflar bile ‘kara para’ olarak tanımlandı, sonra ‘nereden buldun’la hesapları soruldu.
İster gerçekten kirli “kara paralar”, isterse de “alın teri tasarrufları” olsun, zaman zaman bütün ülkelerde çıkarılan sözde af kanunları ile aklanarak “yasal tefecilik” sisteminin içine alındılar.
Maksadımızı idrakten yoksun veya kötü niyetliler, bu düşüncelere itiraz edebilirler. Ne yani “kazançtan vergi alınmamalı mı” yahut “kara para serbestçe dolaşmalı mı” gibi gayemizin ötesinde sorular yöneltebilirler.
Ne yazık ki, İslam’ın kazanç, para, vergi, zekât dolayısıyla iktisat sisteminin bu ülkede uygulanması şöyle dursun, bileni bile azdır. Hatta ecnebilerin yozlaştırıcı/dejeneratif fikri “iktisat düşüncesi” adı altında okutulurken, İslam’ın bu husustaki sisteminden asla söz bile edilmez.
Mesela siz hiç ekranlarda İslam’ın iktisat sisteminin konuşulduğunu gördünüz yahut duydunuz mu? Konuşulsa bile bizi tatmin edecek münevver birine rastladınız mı?
Şayet yok ise, bu ayıp hepimizin ayıbı değil mi? Çocuğuna işletme/iktisat eğitimi aldıran bir ebeveyn, onun İslam iktisatçısı olmasını hiç arzu etmiş midir?
Yazık ki pek çok Müslüman bile İslam’ın iktisat sisteminin yabancısıdır. Müslümanlar bile konudan bihaberse, materyalistlere kızmaya hakkımız var mı?
Ünlü tefeci baron Mayer Rothschild "Bana bir ülkenin para kontrolünü verin, kanunları kimin koyduğu umurumda bile değil" demiş…
Aslında bildiğimiz bu fiili durum, Anadolu Ajans’ınca bugün haber olarak servis edildi.
AA’nın relbanks.com adlı siteyi kaynak göstererek yaptığı habere göre, dünyanın en büyük 50 bankasının toplam varlıklarının büyüklüğü, 187 ülkenin bir yılda ürettiği gayri safi yurt içi hâsılaya denkmiş…
50 büyük bankanın toplam varlıkları birkaç ülke hariç dünyanın tümüyle yarışırken, bir dev bankanın varlıklarını yakalamak için, 129 ülkenin toplam nüfusunun bir yıl boyunca çalışması gerekiyormuş...
Bu 50 bankanın toplam varlığı 70 trilyon 499 milyar 236 milyon doları bulurken, 187 ülkenin GSYH toplamı 76,8 trilyon dolar seviyesinde imiş...
Listede Çin'in 10, ABD'nin 6, İngiltere, Fransa ve Japonya'nın 5'er, Avustralya'nın 4, Almanya ve Kanada'nın 3'er, İspanya, İtalya, İsviçre ve Hollanda'nın 2'şer, İsveç'in ise 1 bankası yer alırken, hiç Türk bankası yokmuş...
“Bu bankaların patronları kimdir” diye kontrol ettiğimizde, karşımıza sadece 10 aile çıkıyor.
Yani 7 milyar “eşek” gibi çalışıp, 10 aileyi besliyormuş…
Batsın bu düzen batmasına da, böyle diyerek batmaz elbet...
Kredi kartını atmaz, bankalardan el etek çekmezsek, bize daha çok semer vurur bunlar.
Bize düşen hayıflanmak değil, bir adım atmaktır!
Hem de hemen şimdi.