Yaşamını Hakkıyla Dolduran Adam:
YAŞAMINI HAKKIYLA DOLDURAN ADAM: KEMAL KURDAŞ!...
Doğum ve ölüm, yaşamı kesintisiz kılan bir doğa kanunu...
Ölümün hüznü, göçüp gidenin bıraktığı izlerle doğru orantılı...
Böyle kişiler için ölüm her yaşta erkendir!..
Kişi, yaşadığı çağına kendi ciriminden daha büyük bir katkı koyabildiyse, tarih yaşam sahibine tereddütsüz ak sayfalarında yer açacaktır!…
19 Nisan, 91 yıllık dolu-dolu bir yaşamın ardından, bu anlamda “erken” bir ölüm getirdi...
Yolcumuz, Cumhuriyete kol kanat gerenlerden, değerli insan, Kemal Kurdaş’tı…
Tanrı, öğrencilerinden hiç esirgemediği ışıklarından onu mahrum bırakmayacak ve ebedi istirahatgahında rahat yatacaktır…
Yaşadığı döneme, yaptığı göreve ve verdiği hizmete, emekleriyle, bilgisiyle, saygınlığıyla damga vurmasını bilen kişilerin ebediyete intikali doğan kanunu gereği cismani bir gidiştir.
Geride bıraktığı eserleri yaşadıkça, eser sahipleri de yaşar!.. Onları hem unutulmaz hem de saygın kılar!..
Bizler, 68 kuşağı ODTÜ gençliği, Rektörümüz Kemal Kurdaş’ı hep yanımızda bildik, içimizden biri gördük. Bizimle hüzünlendi, esprilerimize güldü, ağaç dikti bizimle, top oynadı, bir tek öğrencisini dışlamadı, azarlamadı.. Dinlemesini bildi gençliği…
Gençlik, faşizme karşı omuz omuza direnirken de bizimleydi, demokratik haklar için amansız mücadele verirken de, şenliklerde eğlenirken de; akademik eğitimimizi sürdürürken de!..
ODTÜ’den devrilen her çınarın, yitirilen her gencin acısını, şüphesiz, hep yüreğinde duydu!..
“Bir rektör olmaktan öte, bir baba olarak, kaybettiğimiz her gencimiz için yüreğimiz yandı.. Ben Taylan Özgür’le vuruldum, Sinan Cemgil’le öldüm, Yusuf Aslan’la asıldım”
ODTÜ Denizli Mezunlar Derneği’nin konuğu olduğu bir sohbet sırasında bu duygularını en hassas biçimde, içtenlikle dile getirişi, bir itiraf değil, gerçeğin hüzünlü bir ifadesiydi.
Demokrasiyi, özgürlüğü, bağımsızlığı öğretti bir kuşağa!.. 8 yılı aşkın bir süre..(1961-1969.)
Bu onurlu dönemin (63-68 arası) 5.5 yılını ben de Kurdaş’ın rektörlüğünde yaşadım...
Sıradan bir taşra delikanlısı olarak girdiğim ortamın demokratik forumlarında aldım ilk idealizm ve yurtseverlik derslerini.. O dönemde öğrendim, halk olmayı, hak aramayı!... Sormayı, sorgulamayı.. düşünmeyi; aklı kullanmayı, kula kul olmamayı!.. Nice aydınlar, şairler, ozanlar, siyasetçıler tanıdım, konferanslarda, açık oturumlarda, söyleşilerde..
Biz sadece bir akademik üniversite bitirmedik bu 5.5 yılda!..
Yaşamayı, birlikte yaşamayı, özgürlüğü, özgür ve insanca düşünmeyi, bilimin yol göstericiliğinde, aydınlanmayı ve aydınlatmayı öğrendik. Fikirleriyle tanıdık insanları. Fikren sevmeyi, tartışmayı öğrendik… Farklı düşüncelere saygıyı!..
Kısaca bugünün gençliğinin yaşayamadığı, yaşayıp mezun olamadığı politik yaşamdan ve hayattan dersler üniversitesinden de mezun olduk!.. Hazırdık hayata atılmaya..
Bize bu ortamı Büyük İnsan; Bilim ve politika adamı, savaş adamı,Arkeolog, ormancı, maliyeci, eğitimci, sosyolog, pedagog, uluslararası ilişkiler uzmanı.. Baba Rektör Kemal Kurdaş sağladı… Şu anımız önemli bir kanıt olacaktır sanırım söylemimize.
Yıl 1965… ODTÜ’nün Akademik açılış töreni. Mimarlık Fakültesi önü..
O yıllara göre oldukça görkemli bir toplulukla yapılan açılış töreni… Sadece akademisyenler değil, devlet erkanı da hazır törende, pek çok devletin büyük elçileri, temsilcileri de.
Kendileri için ayrılan kalabalık bir protokol bölümündeler..
Başbakan; Sayın Suat Hayri Ürgüplü ve Dışişleri Bakanı Sayın Hasan Esat Işık başta olmak üzere bazı bakanlar da hazır törende..
Biz öğrenciler de en arkada bize ayrılan bölümdeyiz…
Sayın Kurdaş kürsüde.. Uzunca bir konuşmayla, Üniversitenin gerek akademik gerekse fiziksel geleceğini anlattı… İdealindeki, bugünün ODTÜ’sünün resmini cizdi adeta..
Söz sırası Öğrenci Birliği Başkanımız Sayın Muammer Soysal’a geldi.
Öğrenci Birliği Başkanımız, öğrencilerin, demokrasiyi nasıl algıladıklarını, özerkliğin ne olması gerektiğini, öğrencilerin taleplerini sıraladıktan sonra, öğrencilerin, başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere her türlü faşizme, bu arada da İran’da sürdürülen diktatörlüğe Şah’lık Faşizmine de karşı olduğunu söyledi.. O dönem ODTÜ’de İran’lı çok öğrenci vardı.
O anda, protokol içinde bir huzursuzluk oldu..Önce anlayamadık kaynaşmanın nedenini.. Bir grubun tören alanını terk etmeye hazırlandığını gördük.. Grubu rica ile yerlerine döndürme gayretleri, hatta, Rektör ve Başbakan’ın çabaları bile sonuç vermedi ve grup tören alanından öfkeyle ayrıldı..
Gidenler, İran Büyük Elçisi ve ekibiydi.. Tatsız bir havanın esmesine bile fırsat vermeden Rektör Kurdaş tekrar kürsüye çıkarak; şunları söyledi;
- Burası özerk ve demokratik bir üniversitedir.. Bizim görevimiz, burada her türlü görüş ve düşüncenin tartışıla bileceği, dile getirile bileceği bir ortamı yaratmaktır. Demokrasi budur, demokrasinin gereği budur!..
Ve bununla da yetinmeyip, Öğrenci Birliği Başkanının yanına kadar giderek, elini sıkıp kutladı.. Uzun süre alkışlandı bu özgün davranışıyla..
Ve bu olayı asıl unutulmaz kılan Başbakan’ın ve bakanların yani siyasi iradenin huzurunda yaşanmış olmasıydı.. Bugün bu iradeyi, yüzlerce rektörden bir taneciğinin göstere bilmiş olmasını ne çok isterdi gönül!..
İşte biz böyle bir üniversitenin havasında nefeslendik, özgür akademik ortamından beslendik..
Bizlerden şu an olduğumuzdan farklı olmamız beklene bilir mi!?.. Yıl 1965!..
Ve bir başka tarih!.. 25 Aralık 2010 Yine bir Üniversite.. Tam yarım asır sonra..
Dünya olumlu yönde değişirken, ne üzücü ki ülkemizde tam tersi gelişmeler olmuş!..
50 Yıl önce özgürlüğü ve bağımsızlığı öğrencileri ile birlikte savunan bir rektör.
Hem de iç ve dış temsilcilerin önünde, siyasi otoritenin gözünün içine baka baka!..
50 yıl sonra, özgürlüğü savunmak isteyen öğrencileri okuldan atmakla tehdit eden bir rektör, faşist bir kafa.. Siyasi otoriteye yaranmak adına!.. Bu da rektör!..
Tarih hangisini ak sayfasına yazar!?, Hangisini adam yerine koyar!?..
50 yıl sonra, geldiğimiz noktayı görüp, yüreğinde bir sızı hissetmeyen ve Sayın Kurdaş’ı özlemle yadetmeyen zihniyete yuh! Olsun!.. Faşist beyinlere arka çıkanlara ise binlerce yuh!..
Önemli not:
Sayın Kurdaş’ın, “ODTÜ’LÜ YILLARIM- Bir Hizmetin Hikayesi” adlı anı kitabından, ODTÜ’den en son ayrıldığı günü kendi kaleminden aktarmak isterim… Kurdaş’ı, Kurdaş’tan dinlemenin keyfi yanında hüznünü de tadacaksınız:
“21 Kasım (1969) öğleden sonra şapkamı alıp üniversiteden ayrıldım. Bu ayrılış, hiç de şaşalı olmadı. Kimsenin beni uğurlamasını istemedim. Kimseye böyle bir uğurlama için izin de vermedim. Bütün çalışma arkadaşlarımla, bina içinde vedalaştım. Sonra ağaçlandırmada en çok emeği geçmiş rektör yardımcım arkadaşımı (Sayın Nuri Saryal’ı) yanıma alarak kampusun ortasında kuzeyden güneye Alle dediğimiz geniş yürüyüş yoluna çıktım. Yayan Eskişehir yoluna doğru yürümeye başladım.
1961 Kasımında üniversite arazisine ilk geldiğimde arabamı girişte bırakarak sağ taraftaki tepenin (bu günkü kampusun olduğu tepe) üstünde, Yalıncak Köyü’ne doğru kuzeyden güneye yürümüştüm. Şimdi de aynı yolu güneyden kuzeye geçiyor ve Eskişehir yoluna doğru iniyordum. Binaların arasından ormana ve ormanda Bilim Ağacına doğru…
Bilim Ağacını altında biraz dinlendim. Bilim Ağacını Atatürk anıtı için aötığımız yarışmada ikinci gelmesine rağmen çok beğendiğimizde, özel olarak yaptırmıştık. Adını da Bilim Ağacı olarak ben koymuştum. Üniversitenin kapısına da hep;
“Buradan sadece hoşgörü ve bilim girer!”
Diye bir yazı koydurmayı hayal ederdim.
Bilim ağacının altında içim burkuldu. Sonra orman içinde biraz daha yürüyerek üniversitenin giriş kapısına indim. Arabam orada beni bekliyordu. Rektör Yardımcım arkadaşımla vedalaştım ve arabaya bindim. O gün oradan ayrılırken geriye hiç bakmadım. Çünkü geride neyi bıraktığımı zaten adım gibi iyi biliyordum
Çağdaş, güçlü bir üniversite ve yemyeşil bir dünya!...”
Ve önemli bir ek not:
Sayın Kurdaş’ın yarattığı bu kendi cennetinde ona 3-5 metrekarelik bir toprağı çok görmemeliydik…