Yaşa Yaşa Nereye Kadar?
Bazen beden koşar, ruh yorulur. Birbirlerine sormazlar “hemşerim nereye?” diye. Onların uyum içinde hareket ettiği de görülemez. Ruh “çok bitkinim azıcık dinleneyim” diyerek kuytuya çekilirken, beden dünya işlerine dalmış çarkı aynen döndürmektedir. Aynılığı yaşamaktan hiç bıkmaz, durumu rutine bağlamıştır. Her sabah kalkar işine gider, akşam işten evine döner.
Aynı mevzu kalp ile beyin arasında gerçekleşmektedir. Beyin, hesap-kitap peşindedir, olayları organize ettiğini sanır. Olur olmadık zamanlarda beyin çalışırken, kalp bazen hızla hayata sarılır, bazen ise insana bile can vermez.
Bu aykırılıklar arasında insana ne olur? İnsan ömür tüketir. Bir sene, iki sene… soluk soluğa kalmış insan tam rahatladığını hissettiği anda aslında son kez nefes almıştır.
Diğer yandan hedefi olmayan insanın kaybedecekleri de yoktur. Boş tabir edilen amaçsız insanın, kayıp kazanç bilançosuna bakıldığında kazanmadığını kaybedemez sonucu ortaya çıkar. Onun aykırılıkları yoktur, çünkü beden-ruh, beyin-kalp hepsi senkronize bir şekilde boşluğa sürüklenmiştir. Geriye dönüp bakmak, hayatının muhasebesini tutmak gibi dertleri hiç olmamıştır. Sözde hayatı, sözde yaşanmışlıklarla geçirir.
Bir de hayatında amaç ile aracı birbirine karıştıran insan tipleri vardır. Örneğin para kazanmayı amaç edinen insan, mutluluğa giden yolu tıkamaktadır. Para kazanarak mutluluğu yakalamak amaç iken birden paranın sıcaklığı onu kuşatmış ve paralı fakat mutsuz insan haline gelmiştir. Amaç ile araç ayırt edilememiştir.
Günümüz insanı çoğunlukla bunu yapıyor. Aracı ön plana çıkarıp mutsuzlaşıyor, doyumsuzlaşıyor. İlişkilerine parayı dahil ettiği andan itibaren amacından sapıyor. Sonra maddeye bağımlı yaşıyor, yokluğunda afallayıp kalıyor. Bedeni koşarken ruhunu hırpalıyor, beyni çalışırken kalbini hiçe sayıyor.
Tama da ne yapacağız? Ne bugünün işlerine kendimizi kaptıracağız, ne de gelecekten fazla kaygılanacağız. Hele dünyayı boş verip hükmen yaşama hiç mağlup olmayacağız.
Arada yaşamımızın görüntü, ses ve gerekli diğer tüm ayarlarını kontrol edip düğmelere dokunup karlı ekranı netleştirmeye çalışacağız.
Kendimizle barışmayı öğrenip, zaman zaman içimizdeki sese kulak vereceğiz.
Terzi kendi söküğünü dikemezmiş. Bunca cümleden sonra ben uygulayabiliyor muyum? Tamamını yapabilmek, her nefesimizin hakkını verebilmek imkansız, çünkü hepimiz insanız.
Hayatımız bir oyun, biz de bir tiyatro sahnesinde isek; perde açıldığından sonraki piyesten ve repliklerden biz sorumluyuz.
Karşımıza çıkan zorluklar kaderin cilveleri olsa da yarı yarıya şansla doğruya ulaşma imkanına sahibiz.
Herşey gönlünüzce olsun. Şans kapılarınız açık olsun.
Günümüz çalışan insanının içinde bulunduğu ruh ve beden hallerini öylesine güzel irdelemiş ve aktarmışsın ki..
Şubat 3rd, 2010 at 21:16Bunları bilir de yapamayız değil mi? Kaptırmışızdır bir kere rutin düzene kendimizi.
Ellerine sağlık diyorum Aslıcım.
Şans kapıların açık, ruhun, bedenin, kalbin ve beynin birbiriyle senkronize ve hep dinlenik olsun ..
Sevgiler...
Sevgili Zeugmacığım;
Aynen sizin de dile getirdiğiniz gibi, insanlar artık sadece karın doyurabilme derdinde; hak vermek lazım galiba başka çareleri yok. Hayat şartları herkesi bu hale getirdi. Hepimizin idealist olmasına imkan yok. Arada idealist olanlarla idare edeceğiz ne yapalım? Hiç yoktan iyidir.
Dilekler, sevgiler bizden....
Şubat 4th, 2010 at 11:35