Yarım_Düş,_Yarısı_da_Düşen
Bir parkın içindeyiz. Ağaçlar var. Uzunlar. 3-4 kişiyi hayal meyal anımsıyorum. Karşılaşmışız parkta. Fakat yüzlerini hiç hatırlayamadım şimdiye kadar. Uzun boylu olduklarını hatırlıyorum. Bir tanesi kadın, diğerleri erkek. Herhangi bir saldırgan tutumları yok. Belki birşeyler de söylemiş olabilir. Fakat hatırlamıyorum. Meseleye topyekun baktığımızda yarı saydam bir brandanın arkasındaymışım da onlarla öyle “konuştuğumuzu” hatırlıyorum. Niye vardı bu branda? Brandalı düş.
Buraya gelmeden önce oldu bu düş.
Onu en çok görmeyi istediğim bir zaman geldi geçen günlerde. Şimdiye kadar hiç görmemiş olsam da “bir daha görsem” dileğinin nasıl oluştuğunu anlayamıyorum tam olarak. Onu görme isteğim mi yoksa onun burada oluşunu hissedişim mi? İkisi birbirine karıştı. Fakat şunu söyleyebilirim ki onun en çok ellerini merak etmiştim.
Ortalıkta dolanmaya başladı. Gazete okuyordum çay bahçesinde. Arada bir çay behçesinin sevimli kızı, en fazla 4-5 aylık kedi yavrusu ile oynaşıp duruyordum. Onunla parmaklarımla boks bile yaptık onunla. Sevimlilikleri hoşuma gitse de, içten içe uç veren bir endişe de aklımı hızlıca kurcalayıp kayboluyor; biz onu aslında öldürüyor muyuz? Tabiatı gereği fare veya serçe kovalaması gerekirken her gün önüne konan, tescillenmiş sevimliliği gereği, yiyecek ve su onu fiziken büyütürken varoluşunun diğer önemli kısımlarını oluşturan hafiften vahşiliğini yok mu ediyoruz?
Düşte bu sevimli kedi yavrusu yoktu.
Neredeyse 4 yıl geçti düşü görüşümün üzerinden.
Onu en çok görmeyi istediğim zamanda, veya burada oluşunu -gerçekten oluşunu- hissettiğim şu o zamanda... ilginçti; çünkü en çok, belki de sadece, ellerini merak ediyordum. Düşe gelmeden önceki günlerin birinde bu merak öylesine gelir gibi geldiydi ve nedende ellerinin kemiksi olduğu düşüncesine kapılmıştım. Parmakları. Uzundular. Yani bir güzellik kıyaslaması yapmak için filan düşündüğümü, veya bu düşünceyi oluşturduğumu sanmıyorum bu kemiksiliği.
En az benim boyumdaydı. Hepi topu 6-7 gün filan bulundu. Masamla onun dinlenmek için oturduğu duvard dibi masa arasında bir 7 metre vardı ve arada bir ağaç. O düşteki ağaçlardan biri gibi. Fakat henüz tam geçerlenmemişti düş. Bir ara göz göze geldik. İnanılması güç bir şeydi! Hem çok tanıdık, şimdiye kadar kendi aynaya bakmalarımda gözlerimi görme sayımdan daha çok belki, bakar gibi; yorgun ve ümitsizdi gözleri. Önemli bir şeyi söylemeyi unuttum. O gözler senin gözlerindi. Çok heyecanlanmadım gözlerine bakarken; şimdiye kadar kendi aynaya bakmalarımda gözlerimi görme sayımdan dolayı, biliyordum hep o gözleri ben.
Branda ona temsildi. Yani bilip de bilmemek gibi. Hep görmeyi isteyip gördüğünde ise aslında hep gördüğün olduğunu.
Düş henüz tamamlanmamıştı. Belki de kedicik karıştırdı olayı. Veya bir konu çeşitlemesi veya bir sabiteydi kedicik. Düşünebiliyor musun! Çok ciddi bir düş tamamlaması içindeyiz fakat ben tutmuşum ne yapıyorum, sırt üstü uzunmış haldeki kedi yavrusunun ön patileriyle boks yapıyorum. Yani tamamen o düşteki gibi olsaydı içinde bulunduğum durumla paradoksal bir çöküşe gidebildirdim belki de. Düşten aynı düşe düşer mi insan?
Burada oluşunun ikinci veya üçüncü gününde masamıza geldin. İşte ellerin karşımdaydı. Ellerin beyaz değildi. Sanki biraz kızarmış gibiydi. Düşüdüğümden daha etliydi fakat tombul değildi. Orada da baktım gözlerine. Aklıma gelen ilk şey, seni bir daha göremeyeceğim oldu... ilerleyen günlerde gerçekten de öyle oldu. Bir daha görünmedin. Sandığımdan daha gençtin.
Düşte de öyle olmuştu. Yarım kalır gibi. Biter gibi değil. Yarı saydam brandanın arkasında konuşuyordun. Hava yağmurlu muydu düşte?.. Aklım mı sonradan biraz karartı havayı, bilemiyorum.
Düş daha tamamlanmadı. Havayı karartan akıl'dan kasıt şu:belki sonra yağmur yağmıştır. Yarım kaldığı için bilemeyeceğim.
Biraz da korktuğumu hatırlıyorum. Veya iç kararması... Bazen insan karıştırıyor; korkuyor muyum, bir karanlık mı oluyorum.