Yargı’nın Millet Adına Kararı
Gazetemizin köşe yazarlarından Av. Mehmet Birol Şahin, bana göre son yılların en güzel makalelerinden birine imzasını attı.
Gazetemizin dünkü sayısının 14. sayfasında “Millet teferruat mıdır?” başlığı ile yayınlanan yazısını okumanızı tavsiye ederim. Eğer okumadıysanız, lütfen www.marmaratv.com.tr adresinden mutlaka, ama mutlaka okuyun.
Hemen yazarımız Av. Mehmet Birol Şahin’i böylesine bir yazıyı kaleme almasından dolayı tebrik edip, eline, yüreğine, beynine sağlık diyeyim.
Ve devam edelim.
Malum, son aylarda hemen hemen tüm gazetelerin köşe yazarlarından tutun da, televizyonlarda siyasi programlarda Anayasa değişikliğinden tutun, parti kapatma davasına kadar açık oturumlar düzenleniyor, bu ülkenin önde gelen siyasetçilerinden, önde gelen hukukçularına ve gazetecilerine kadar herkes bir görüş belirtiyor. Hem de yasak olmasına karşın!..
Bakın Anayasa’nın ilgili hükmü ne diyor;
“A. Mahkemelerin bağımsızlığı
MADDE 138. - Hâkimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanî kanaatlerine göre hüküm verirler.
Hiçbir organ, makam, merci veya kişi, yargı yetkisinin kullanılmasında mahkemelere ve hâkimlere emir ve talimat veremez; genelge gönderemez; tavsiye ve telkinde bulunamaz.
Görülmekte olan bir dava hakkında Yasama Meclisinde yargı yetkisinin kullanılması ile ilgili soru sorulamaz, görüşme yapılamaz veya herhangi bir beyanda bulunulamaz.
Yasama ve yürütme organları ile idare, mahkeme kararlarına uymak zorundadır; bu organlar ve idare, mahkeme kararlarını hiçbir suretle değiştiremez ve bunların yerine getirilmesini geciktiremez.”
Bence, iktidar Anayasa değişikliğini yaparken, bu maddeyi de kaldırsın, daha iyi.
Öyle ya, nasılsa herhangi bir hükmü olmayan bir maddenin Anayasa’nın içerisinde fuzuli olarak bulunmasının ne gereği var ki?
Tabii kanunlarda da, süren bir dava ile ilgili olarak görüş belirtmek, yorumda bulunmak ve mahkemelerin kararına etki edecek yayınlarda bulunmak da yasak!
Güya tabii...
Onların da kaldırılması gerekiyor herhalde.
Çünkü onların da uygulanma şansı yok.
Eğer uygulanabilseydi, böylesine fütursuzca yayınlar yapılabilir miydi?
Haa, bir de herkesin dilinde dolaşan bir deyim var “hukukun üstünlüğü” diye...
Nedir bu hukukun üstünlüğü?
Bilen bir hukukçu bunu bana şöyle enine boyuna anlatırsa, o kadar memnun olacağım ki!..
Dediğim gibi, herkes hukukun üstünlüğünü üstüne basa basa söylüyor da, ne kadar uygulanıyor onu da çok merak ediyorum!..
Özellikle, ülkede olağanüstü hal durumları varken.
Yani bir askeri yönetim sırasında, ya da muhtıralar döneminde, veya benzeri durumlarda neden bu hukukun üstünlüğü, perde arkasına konulur, saklanır, gözardı edilir. Anlayan var mı?
Şimdi kim diyebilir 12 Eylül döneminde hukukun üstünlüğü söz konusuydu?
Ciddi ciddi merak ettiklerim arasında, böylesine olağanüstü dönemlerde, kaç hakim tamamen kanunların çerçevesinde ve vicdanının sesini dinleyerek karar verdi?
En son örneğini, sanırım 28 Şubat sürecinde yaşamışızdır. O dönemde biliyorsunuz yaptıkları açıklamalardan ya da eylemlerden dolayı bir takım siyasiler tutuklanmıştı...
O tutuklananlar, acaba gerçekten mahkemelerin bağımsız yargılamaları sonucu mu tutuklandı, yoksa bir yerlerden şimşekleri çekmemek için mi tutuklandı?
Bu tür örnekleri çoğaltmak tabii ki mümkün.
Hatta, 12 Eylül sürecinde yaşanan yargı skandalları hâlâ belleklerdeki tazeliğini korurken, yargının millet adına karar verdiği savını iddia etmek de ne kadar doğru olabilir?
Bunlardan birine de o dönemlerde çalıştığım Hürriyet gazetesinde bizzat şahit olanlardanım. Hatta o yargılama sürecinde, ifade vererekten...
Her türlü hukuki prosedürlerin ve yargılama haklarının tamamen gözardı edildiği ve karşınızdaki savcı ile hakimin tamamen kişisel duygu ve düşüncelerine göre kaderiniz çizilirken, millet adına yargılanma, akıllara gelmeyen bir olguydu.
Yaklaşık 30 yıldan bu yana sivil bir anayasa hazırlamaktan aciz olan ve tamamen askeri bir idarenin ısmarlama olarak hazırlattığı anayasa ile idare edilme durumunu rahatlıkla kabullenen, böyle bir yönetim şekline ses çıkaramayan bir Meclis’in de bunda tabii ki çok büyük ayıbı var.
Her seçim öncesi başta Anayasa olmak üzere seçim yasasını, siyasi partiler yasasını değiştireceklerini, dokunulmazlıkları kaldıracaklarını bu halka söz veren siyasiler de, bu ülkeye borçlarını ödemeden ve yalan beyan vermekten dolayı yine büyük vebal altındalar bence.
Ancak, nedense “Burası Türkiye” deyip geçiyoruz. Hiç kimseden, bugüne kadar hesap sorma durumu yaratılamadığı için, desteksiz atma içgüdüsü de siyasilerimizde alabildiğine gelişiyor.
Sonuçta, “her toplum hak edildiği biçimde yönetilir” deyip, bu durumdan yine kendi felsefemiz doğrultusunda sıyrılmayı da biliyoruz.
Demek ki, biz bunu alabildiğine hak ediyoruz!...