Yapraklar Dökülür, Gövde Kalır Geride.. Cascavlak…
Mübin Beken anısına saygıyla…
Haziran akşamı. Ilık, yıldızlı bir gece. Gölbaşı’nda bir restoranın terasındayız. Öğretmenler, eşleri, çocukları uzun L masanın etrafına dizilmiş, dönem sonu yemeğinin heyecanı içinde, yiyor, içiyor, konuşup gülüşüyorlar..Terasın her yanı açık, gölü, kentin ışıklarını, geceyi ve yıldızları çok berrak görüyoruz, adeta soluyoruz..
Çocukları saymazsak, kalabalığın yaş ortalaması elliye yakın. İçimizdeki en yaşlı kişi bir ressam, mimar ve arkeolog. Hemen yanıbaşımda oturuyor. Saçları kar gibi. Yüzünde yılların eskitemediği yalın bir iyimserlik var. Herkesin çok konuştuğu masada kendine özgü bir sakinlik ve ağırbaşlılıkla oturuyor, içkisini yudumlayıp, yemeğini yiyor.
Öğretmenler yoğun bir sohbetin içindeler. Okullarından, dershanelerden, öğrencilerden sonra, sözü aile ilişkilerine ve evliliklere getirdiler. Söz evliliğe gelince, baştan beri pek az konuşan yaşlı ressama dönerek dedim ki;
-Bu sohbet bana filozof Nietzsche’nin bir sözünü anımsattı. “Evlenmek mi istiyorsun, kendine şu soruyu sor: Ben bu kişiyle ömür boyu sohbet edebilir miyim?“
Bu sözü duyan O sakin adam birden canlandı ve;
-Evet dedi, ne güzel söylemiş filozof, eliyle karşısındaki kadını işaret ederek;
-Nurdan benim ikinci karım, ilkiyle değil ömürboyu, bir saat bile sohbet edemedik.
-Ne zaman evlendiniz ilk karınızla?
-1930’lu yılların sonunda. Ben 1915 doğumluyum. İlk karım iki şeye çok düşkündü; ablasına, bir de kürklere, ben o yıllarda Üniversitede asistanım, eve geliyorum, kadın yok, geldiğinde soruyorum;“neredesin“ diye, Beyoğlu’nda ablasıyla kürk mağazalarında dolaşıyorlarmış..Sonra ben hem İstanbul’daki işimi hemde eşimi bırakıp Ankara’ya geldim. O İstanbul’da kaldı, boşanmadı benden uzun yıllar. Ankara’da bir kadınla beraber yaşadım, esmer, kadife gibi yumuşak, selvi boylu bir kadındı. Evlenmek istiyordu benimle. Mümkün mü? Sonunda İstanbul’dakini ikna ettim, boşandık.
Tam o gün Ankara’daki beni terk etti. Ortada kaldım sipsivri. Bunalıma düştüm. Birkaç yıl sonra şimdiki eşim Nurdan’la tanıştık O bana aşıkmış, beni, resimlerimi izliyormuş, kendisi de resim öğretmeni,
evlendik, şimdi bir kızımız var, operacı. Filozof çok doğru, çok güzel söylemiş, işin özü muhabbet... Sohbet yoksa aşk biter, yapraklar dökülür, gövde kalır geride cascavlak..Aşksız evlilikler, beraberlikler böyledir.
-Ne güzel bir benzetme yaptınız, şiir gibi.
- Yaprakları yenilemek ve yeşertmek lazım. Hep yeşil kalan sevgiler de var.Yıllar geçse de unutulmuyor. Gerçekten de böyle. Geçenlerde bir kitapçıdayım. Bir yaşlı kadın ve yanında da genç bir kız bana bakıyorlar. Kız devamlı gülümsüyor. İçimden “beni tanıyor galiba acaba resimlerimi mi biliyor? dedim. Baktım kadın benim 40 yıl önceki sevgilim, Ankara’da beni terkeden güzel kadın, şimdi buruşmuş tabii benim gibi, ama hala güzel. ”Merhaba, tanıdın mı beni?” demez mi, Allah Allah dedim, rüya mı görüyorum yoksa? Evet O, kucaklaştık.. hala sıcak, hala yeşil. Genç ve güzel kızı göstererek,”kızım“dedi. O da bana hala gülümsüyor. Tokalaştık, kuşkulandım kendimden, acaba bu kız benden mi? diye. Olamaz tabii, çünkü bu kız 20-25 yaşlarında, gördün mü hayat her çeşit sürprize açık.
Bu ılık, bol yıldızlı Gölbaşı gecesinde öğretmenler dershane sohbetine, ressamla ben onun öyküsüne devam ettik. „Bir dedektif gibi sorduğum sorulardan sıkıldınız mı“? dedim."”Hayır memnun oldum ilginizden“ dedi ve ekledi;
-İstanbul’da bir ara sanat danışmanlığı yaptım. O yıllarda bir adam tanıdım. Kendisine “pezevenk Vasili” diyorlardı. Lakabı yaptığı işten geliyormuş, yani « kadın satıcısı »ymış açıkçası.Öldüyse Allah rahmet etsin iyi adamdı.Vasili, bir gün bana da tattırdı işinin inceliklerinden..
Ressamın deminden beri masanın uzak köşelerinde öğretmenlerle sohbet eden eşi, yanımıza gelip, kocasına ; “ne o çok yorulmuşsun, ne anlattın böyle canlı canlı? dedi, ipek mendiliyle ressamın yüzündeki terleri silerek..O da o her zamanki sadeliğiyle ;
-Hiiç... beyefendiyle konuştuk biraz, filozoflardan... eski sohbetlerden..dedi
Kasette “yorgun yıllar,” şarkısı çalınıp söyleniyordu. Yıldızlarsa hala gülümsüyorlardı. Dolunaya, geceye ve gölün bakır renkli sularına baktıkça zihnimden “dökülen yapraklar”geçiyordu..
.
Çok beğendim bu yazıyı... Sayfalar sürse de okurdum. Böyle güzel anılarınızı bizimle paylaşmaya devam edin lütfen... Saygılarımla...
Ocak 7th, 2010 at 12:49Emre Bey teşekkürler..
Yorumunuzla yazma heyecanım daha da arttı. Yaşamda,biz insanlarda ne öyküler, ne güzellikler var..Yakaladıkça,kurguladıkça,yüreğe,zihnimize düşürüp, dile döktükçe yazmaya devam..
Ocak 7th, 2010 at 13:56sevgilerimle..
Sayın SUİÇMEZ;
Konu ilişkiler olunca işler biraz karışıyor. Herkesin bir birliktelikten beklediği o kadar farklı şey var ki ortak noktayı bulunca rayına oturuyor, bu konuda şanslı olanlar azınlıkta maalesef ama yine de umut etmek gerekir. Yazı çok hoş olmuş.
Sevgilerle
Ocak 8th, 2010 at 16:07Aslı Hanım, merhaba;
Çok doğru söylemişsiniz.."Konu ilişkiler olunca işlerin karıştığını..."
Umutlu bakışınız beni de sevindirdi..
Yazıyı güzel bulmanız da mutlu etti..
sevgilerimle..
Ocak 9th, 2010 at 07:34