Yanlışlıklar komedyası
1988'de Millî Eğitim, Gençlik ve Spor Bakanı iken beni en çok profesyonel futbolun pislikleri korkutmuştu. Şimdiki şike rezaletleri o zaman da vardı. Üstelik profesyonel futbol doğrudan
Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü'ne bağlı olduğu için devlet de kenarından, köşesinden şaibelere bulaşmış vaziyetteydi. Valiler, belediye başkanları, hattâ bakanlar, başbakanlar bile fanatik taraftarlar gibi davranırlar; futbolun kitleler üzerindeki tesirinden siyaseten faydalanmaya çalışırlardı.
İşte, 1988 yazında, özerk bir modeli benimseyerek 'Türkiye Futbol Federasyonu'nu kurmamızın sebeplerinden biri de profesyonel futbolu devletin dışına çıkarmaktı (Ne yazık ki kuruluşta özerkliği tam olarak sağlayamamış ve merhum Başbakan Özal'ın yakınlarının müdahalesine mâruz kalmıştık). Federasyon kurulduktan sonra teşkil edilen yetkili kurullar vasıtasıyla suç işleyenlere bazı idarî cezalar verilmişse de bu tedbirler etkisiz kalmış ve profesyonel futboldaki dürüstlüğe aykırı durum devam etmiştir. 31.3.2011 tarih ve 6222 numaralı 'Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanun', eski tâbiriyle 'efradını cami, ağyarını mâni', gerçek bir reform kanunu idi. Bu kanunu sadece 'şike' kanunu olarak nitelendirmek, kanun vazıına ve TBMM'ye büyük bir haksızlık olur. Bu konuda Türkiye'de ilk defa sporda şiddetin önlenmesi ve düzenin sağlanması için gerekli tedbirler getiriliyordu.
Lâkin, TCK (Türk Ceza Kanunu) haricinde, yeni hazırlanan kanunlarda getirilen ceza hükümleri, hazırlanan yeni kanunun müessiriyetini sağlamak için genellikle mübalağalı olmuştur. Nitekim, 6222 sayılı Kanun da 'Şike ve Teşvik Primi' başlıklı maddesinde öngörülen 'beş yıldan on iki yıla kadar hapis cezası' çok fazla ve orantısızdır. Halbuki ceza hukukunun ana prensiplerinden birisi de işlenen suçlara terettüp eden cezaların orantılı olmasıdır.
Türkiye'de şu acı gerçeği görmek zorundayız: Profesyonel spor kulüpleri genellikle mafya ile bir şekilde ilişkilidir. Esasen şike ve teşvik primi gibi kepazeliklerde spor mafyası aracı olmaktadır. Profesyonel kulüpler, en azından kulüp başkanının ve yöneticilerinin şahsî menfaatleri için kullanılabilmektedir. Bu durum maşerî vicdanı rahatsız etmektedir.
6222 sayılı Kanun 31 Mart 2011'de, yani dokuz ay önce yürürlüğe girince, Cumhuriyet savcıları, haklı olarak spor mafyasının ve futbolda şike olayının üzerine gittiler. Ancak, bu konuda yapılan ilk uygulamalarda -tecrübesizliğin de tesiriyle- Türk futbolunun yara almamasına gereken itinanın gösterildiği de pek söylenemezdi. Halbuki milyonların önem verdiği ve yakından ilgilendiği bir meselede daha dikkatli davranılmalıydı.
Netice olarak, dokuz aylık kısa bir sürede, sadece bazı futbol kulüpleri değil Türk Futbolu süratle geriledi ve dibe vurdu. Uluslararası müsabakalarda dökülmeye başladık. Spor camiasında moral sıfırlandı.
6222 sayılı Kanun'un uygulamasında bu derece büyük problemi beklemeyen TBMM, grubu bulunan bütün partilerin iştirakiyle alelacele bir değişiklik kanunu hazırladı. Parlamentodan jet hızıyla geçen 'Sporda Şiddet ve Düzensizliğin Önlenmesine Dair Kanunda Değişiklik Yapan Kanun'a göre; 5 ile 12 yıl arasındaki hapis cezaları 1 ile 3 yıla indirildi.
Bu duruma göre, Fenerbahçe Kulübü yöneticileri ve diğerleri suçları sabit görülüp mahkûm edilseler bile, tutukluluk süreleri göz önüne alınarak tahliye edilebileceklerdi. Bu değişiklik kanunu TBMM'den geçerken profesyonel futbolun yıllanmış ve kaşarlanmış tiplerinin kulislere çöreklenip nasıl lobicilik yaptıkları da dikkatten kaçmadı.
Açıkçası, hukukun genel bir kuralı çiğnenmiş ve özel kişiler için kanun çıkarılmıştı. Yanlışlıklar komedyası devam ediyordu.
Cumhurbaşkanı Gül, dört yıldan fazla bir zamandır devam eden Cumhurbaşkanlığı döneminde ilk olarak bir kanunu onaylamadan TBMM'ye iade ediyordu. Bu konuda Cumhurbaşkanı'nın iki önemli gerekçesi vardı: Birincisi, kişiler hakkında özel kanun çıkarılmasını haklı olarak doğru bulmamıştı. İkincisi, suçla cezanın orantılı olması gerektiğini, değişiklik kanunuyla büyük ölçüde indirilen cezanın caydırıcılığı sağlamayacağını söylüyordu. Ancak, ilk çıkarılan kanunda da bu orantı kurulamamış ve aşırı yüksek cezalar düzenlenmişti. Bizce yapılması gereken, iade edilen kanun TBMM'ye geldikten sonra ceza hükümlerinin yeniden düzenlenmesidir. Meselâ, alt sınır 2 yıl, üst sınır 4 yıl olarak düşünülebilir. Artık bundan sonra düzenleme yapılmayacağı görüşüne katılmıyoruz.
Son olarak, bu gibi yanlışlıkların yapılmaması için 'özel yetkili' savcı ve mahkeme uygulamasının âcilen gözden geçirilmesi şarttır.