Yanlış Teşhis Bazen Doğru Teşhisten İyidir
Yanlış teşhis medyanın en sevdiği konuların başında gelir. Bu haberler genellikle ‘Hiçbir şeyi yok denilerek evine gönderilen…’ cümlesiyle başlar. Kurban kiminde ateşi olan bir bebektir… ‘Birazcık üşütmüş mühim bir şeyi yok’ denilen 3 aylık miniğin menenjit olduğu iş işten geçtikten sonra anlaşılır. Karnı ağrıyan bir genç kız hastane hastane gezdirilir… kimi ‘Gaz sancısıdır yellesin geçer’… kimi ‘Bağırsak tembelliğidir incir yesin bir şeyi kalmaz’… kimi ‘Adet sancısının uzaması aspirinle düzelir’ der… Genç kızın apandisinin patladığı ve ameliyat masasında kaldığı gazetelere manşet olur.
Kurban, bazen de nefes darlığı çeken bir ihtiyardır. Biraz oksijen verilip evine gönderilen dedenin aslında kalp krizi geçirdiği ancak otopside ortaya çıkar. Bu örnekleri çoğaltabiliriz. Hatta birçoğumuzun kendine veya yakın çevresine ait, acı bir sonu olan hüzünlü bir ‘yanlış teşhis hikayesi’ bile vardır. Elbette hiç kimse hastalığına yanlış teşhis konmasını, yanlış tedavi görmeyi istemez, ama bazen yanlış teşhisin doğru teşhisten daha iyi olduğu durumlar da olabiliyor.
İşte bugün internet sitelerine düşen haber:
‘’İngiltere’de 72 yaşındaki Andy Lees, geçen yıl akciğer kanseri olduğunu ve 6 hafta ömrü kaldığını öğrenince yıkıldı. Doktorlar, tedavi için umut olmadığını söyleyince Lees, kendini iyice ölüme alıştırdı ve hayatı boyunca elde ettiği 12 bin sterlinlik parasını ailesi ile dostlarına bıraktı. Ayrıca 6 bin 500 sterlin cenaze masrafı yaparak kendisine mezar taşı yaptırdı. Ancak Lees’in kanser olduğunu söyleyen doktorların yanlış teşhis koyduğu ortaya çıktı.
Yeni tetkiklerden sonra Lees’in ölümcül olmayan kronik obstrüktif akciğer hastalığına yakalandığı belirlendi. Lees, doktoruna dava açacağını belirtirken "Öleceğim diye tüm paramı dağıttım. Şimdi meteliksiz kaldım. Ayrıca kendimi ölüme hazırlamıştım" dedi. Hastane ise yanlışı kabul ederek özür diledi. ‘’
Buna çok benzer bir haber geçen sene gene İngiltere’ den gelmişti:
The Sun gazetesindeki habere göre, doktorlar, 62 yaşındaki Grandad John Brandrick’in pankreas kanseri olduğunu ve 6 aylık ömrü kaldığını söylediler. Brandrick, bunun üzerine işinden ayrıldı, kredi ödemelerini durdurdu, giysilerini yardım kuruluşlarına dağıttı, akrabalarına para verdi, lüks lokantalarda yiyip içmeye ve bir yandan da cenaze hazırlıklarına başladı.
Ancak bir yıl sonra, semptomlarda azalma görülmeye başlandı ve Royal Cornwall hastanesi doktorları Brandrick’in hastalığının ölümcül olmadığını bildirdiler. Bu esnada evini de satmak zorunda kalan Brandrick, hastane hakkında tazminat davası açtı.’’
Bizde iyi olamadıkları, sakat kaldıkları veya öldükleri için hastane ve doktorları dava eden pek çok hasta ve hasta yakını olduğunu çok iyi biliyorum, ama ‘Ben neden ölmedim de iyi oldum’ diye mahkemeye baş vuranları duymamıştım. Böyleleri de varmış demek ki.