Yanıp da Kül Oluşum
Daha kaç limanı var hayatımın. Sağ yanım dağ. Karşımda yürümekle bitmeyen uçsuz bucaksız bir ova. Alnımdan akan bir damla ter. Susuzluk.
Öyle bi yürümüşüm ki o ovada taşıyamadığımdan kaçarken gerçeği unutuvermişim. Uyandığımda fark ediyorum: “Değil mi ki insan nereye giderse gitsin kendini de beraberinde götürüyor”
Şimdi. Bütün ihtimaller tükenip de geriye sadece bir ben kaldığında; nasıl dayanılır ki bu gerçeğe, bilmiyorum ki ben ve hiç bilemedim.
Sen bütün sen’liğinle yüreğime düşerken hiç fark edemedim bu kadar çok acı çekeceğimi. Sevmek yalnızlık. Yalnızlığından kaçanın yurdu sevmek. Tutunulacak tek dal. Değil mi ki sevmenin bedeli yalnızlık ve değil mi ki ben seni sevdikçe yalnızlaştım ve yalnızlığıma bir kez daha aşık oldum.
Ne çok şey biriktiriyoruz şu yüreğimizde. O küçücük yüreğimiz dolup taşıyor da bizi bile aşıyor. İnsanoğlu işte, bir yüreğine bile söz geçiremiyor. “Dünyaları içine alıp da dünyalara sığmayan” bir yürek oluveriyor. Taşıyamayacağımdan daha fazlasının yüklendiğini zannederek ve yine bu zanla yıllarca çırpınışım. Acıyı o küçük yüreğime hapsedip de tahammülümün sınırlarını zorlayışım. Ve yine o acıyla kapanan tüm kapılarımı açamayışım. Kadere yüklemek bencillik. Kendimi sorumlu tutarak kabullenişim.
Ama yine de dolup taşan şu yüreğimde senin hasretini sır gibi saklayışım.
Her yeni sabaha yeni bir umutla tekrar uyanışım. Tazelenişim, yenilenişim. Acıyı bilen gözlerle hayatı seyredişim. Senden gelene amenna deyişim. Her şeyi olduğu gibi kabullenişim. “Her acıda bir beli” deyişim. Hem değil mi ki, “Ben sana karşı hükümsüzüm.”
Geceleri gökyüzünü iç çeke çeke seyredişim. Tüm sözleri bir tarafa yığışım ve geriye kalan: “Öyle ki, aşkı olana nereden uyku gelir, sevme davasına girişip de geceyi uykuyla geçirenin davası yalandır.” Sözüne kıyamayışım.
Bir özet cümlesiyle bitirmem gereken bu yazıyı tüm uğraşlarıma rağmen yarıda bırakışım.