Yangın Ülkesinin Yanan Çocukları…
"Bir ülkeyi tanımak istiyorsanız, o ülkede insanların nasıl öldüğüne bakın" diyor Albert Camus. Gerçekten de öyle. Bir ülkede insanlar yıllarca mutlu mesut yaşayıp yaşlandığında ölüyorsa, depremde, madende, iş kazasında, masumca otururken yanarak ya da üzerlerine bomba atılarak ölmüyorsa gelişmiş ülkedir o.
Aksi durumda ise çok kötü bir yerdedir o ülke. Türkiye nerede peki?
İnsan canı, hayatı çok ucuzladı yazıktır ki ülkemizde. Hem de çok çok ucuzladı. Hatta öyle ki, sudan, ekmekten, benzinden, ulaşımdan, her şeyden ucuz. Cebinde parası olmayanlar için her şeyden ucuz insanın değeri. Üstelik yaşlı, genç, kadın, erkek, çocuk fark etmeden… İstikrarlı bir şekilde kaybediyoruz canlarımızı. Kimimiz patlayarak, kimimiz hain pusuda, kimimiz yanarak, kimimiz hız meraklısı bir zengin eliyle, kimimiz denetimsiz asansörün yere çakılmasıyla, kimimiz madende göçük altında, kimimiz depremde, kimimiz selde ölüyoruz. Bir de bunların yanında eğer kadın ya da çocuksanız tecavüzle gelen bir ölüm var, bir de töre…
Ölüm Allah’ın emri ama bizdeki ölümler daha çok kul eliyle… Her şeyden ucuz bizde ölmek. Hatta öyle ki hiçbir can bir koltuk etmiyor. Yüzlerce can gidiyor bir koltuk gitmiyor. Çok değil, daha birkaç gün önce on iki can gitti. On bir çocuk, bir kadın görevli ama yine de gitmez tek bir koltuk gitmeyecek. Yayın yasağı destekli tepkisizlik başladı hiç gecikmeden. Yine bulunacak birkaç günah keçisi, olay kadere bağlanacak, yeni ölümlere kadar sessizliğe gömülecek herkes…
Yangınlar ülkesinin yanan çocukları olduk adeta.” Ateş sadece düştüğü yeri yakar” derler de öyle mi olmalı? Hepimizi yakıyor aslında. Sustukça da daha çok yanıyoruz. Ya tek tek ya da çok çok.. Sustuğumuz yangınlar kadar yangın çıkarılıyor yeniden, yeniden… Nazım HİKMET “Kız Çocuğu” isimli şiirinde; “Saçlarım tutuştu önce, gözlerim yandı kavruldu, bir avuç kül oluverdim, külüm havaya savruldu” diyordu. Şimdi benim ülkem yangın yeri olmuş, külleri savruluyor yüzümüze yüzümüze… Nasıl Hasan Hüseyin’in dediği gibi bal eyleyelim acıyı?
Önlenmesi olası nedenlerden ötürü çocuklar devletin koruması altında birer birer, onar onar ölüyor. Ancak önlenemiyor bir türlü. Ardından kavuşturulan kollar ile “KADER” diyerek celladın can almasının yolunu kesmek yerine sırtını sıvazlıyorlar… Böyle bir durumda umutlar yeserir mi? Ağıtları duydukça güler mi yüzü insanların?
- 1993’te Sivas’ta bir otelde çocuklar dahil otuz beş insan ise “Tekbir” eşliğinde yakılmıştı.
- 2015’de, Kulp’ta altı çocuk, “Tekbir” getirmeyi öğrenirken yandı.
- 2008’de Konya’da on dokuz kızımız, ellerinde Kuran ile namaz kılarken kül oldu.
- Şimdi Aladağ’da on bir kız çocuğu ve bir eğitmen bir cemaat yurdunun kilitlenmiş kapılarının ardında yandılar. Koca bir kora dönüştü yangın vicdanlarda. O gün kızlarımıza cehennemi yaşatanlar şimdi onun için “mekânın cennet olsun” diyor. Ne acı değil mi?
Oyuna duran masum çocuklarımız, devletin oyunlarında kül olup savruluyor. Yangın yerinde, tuzak gibi oyunlar kuruluyor çocuklarımıza. Çocuk yaşamlarına kurulan oyunların ölümlerine neden oluyor. Kim koruyacak peki bu çocukları?
Çocuklar, Aladağ’da cemaatlere ait bir yurtta yanarak öldü. Hepsi çevre köylerden yoksul aile çocuklarıydı ve öldüler yangınlar ülkesinde. Daha önceki yangınlardaki gibi, yanmış canlarının kokusu sardı bizi. Diller lâl oldu, “Kaza değil, cinayettir“ diyemedi hiç kimse. Oysa “Özel Yurtlar Yönetmenliği”nde deniliyor ki; “Yurtlar sadece Lise ve Yüksek Öğretim öğrencileri için açılabilir!” Oysa Aladağ’da yanan çocuklarımız ortaokul öğrencisiydi.
Aslında her ölüm vicdanlara bir uyarı, yüreklere bir sızı, akıllara iz, adalete göz olarak var. Ateşte yananların umuda dönüşmesi gereken ağıtları söylensin, ölümlerin sayısı azalsın, hatta bitsin diye var. İşte o nedenle hasıraltı edilmemeli bu sosyal cinayetler. Aklanmamalıdır sorumlular. Bu yurtlar kapatılmalıdır. Bu sosyal olayların avukatı vicdanlar olmalı ve savunmalı önlenebilecek cinayetlerden ölümleri. Yangın yerine dönen ülkemizde ölmesin diye çocuklarımız adaletin ve vicdanın savunması okunmalı en yüksek perdeden ki, sağırlaşmış vicdanların kulakları açılsın, perdelenmiş gözler açılsın diye…
Aslında o gün çocukların bedenini saran ateş, yangının değil, devletin ateşiydi. Kimi elindeki kalemle, kimi çantasıyla, kimi Kuran’ı ile yandı. Kimi yazı yazarken, kimi şarkılar söylerken, kimi resim yaparken yandı. Biri semah dönerken, diğeri namaz kılarken yanıyor. Yangın yerine dönüşmüş ülkemizde çocuklarımız ölüyor… Peki ya öldürenler?
Yakın zamana dek çocuklarına bayram armağan eden ülke olmak en büyük övünç kaynağımızdı! Şimdilerde evlatlarını yakan ülke olmanın utancı içindeyiz...
Yangın ülkesinde yaşıyoruz artık. Bulutlar kararmış… Utanarak, nefessiz kucakladı toprak; o yanmış, masum yavrularımızı. Yeter olsun bu acılar. Bu sessizce vedalaşmalar bitsin artık. Toprağı bir daha utandırmamak adına kör, sağır, dilsiz, korkak olmamalı vicdanlar ki sıra onlara ve çocuklarına gelmesin… Ucuz olmasın artık insan hayatı…