Yalnızlığın Anatomisi
İnceden inceye denizin dibine doğru yol alıyordum sessizce. Kimse yoktu ki oralarda balıklardan başka. Kimse bulamasın beni su üstünde. İyice dalıp sonra tekrar sıçramak için bütün bu keşmekeş. Yalnızsa insan kendini daha çok acınacak duruma getirir ki fark eylesin çevredeki insanlar durumu. Dikkat çekmektir bir nevi. Varlığı başka başka insanlara kanıtlamaktır tek sebep. Bilinçaltı bunu emreder çünkü ve alınan hazlar buna göre şekillenir.
İnsanların olmadığı yerde sen de zevk alamazsın aslında. Bu dikkat çekmekten daha çok insan doğasında var olan yalnızlık içgüdüsünü örtmek içindir kalabalık arasında dolaşmak. Giyinmek, örtünmek, gezmek..Tabi bazen de sıkar insanı onca kalabalık içinde yürüyememek. Yine de tercih edilir kalabalık yalnızlığa. Öyle bir durumdur ki yalnızlık hiç olmadık şekillere sokar insanı. Hiç anlaşamadığı bir kişiyle bile sabahlara kadar muhabbet edebilme kabiliyeti kazanabilir. Bir ses ararsın evin bir köşesinden gelecek olan, dizi izlerken zamanında hiç sevmediğin yorumlara kulak tıkarken şimdi biri olsa da dizi boyunca konuşsa diye iç geçirirsin çaresizce. Gün gelir bir dometes biberle yaptığın melemene ekmeğini bandıracak bir soluğa ihtiyacın olur. Dışarı çıkıp iki kelam edecek bir dost ararsın. Deniz kıyısında volta atarken o gezdiremediğin ama düşüncelerinde hep elinden tutup beraber yürüdüğün sevgilin yok oluverir bir anda. Sonra eve dönersin, yalnızlığın anatomisini yazmaya koyulursun.
Açarsın bir word sayfası başlarsın yazmaya. Ne kadar zor gelir saat öğlen 4’ü gösterirken akşam olmuşçasına ışık yakıp geceleri tek başına nasıl zaman geçireceğini kara kara düşünmek. Telefonun da ses vermez sana masumca durur köşesinde. Televizyonun sesini de açarsın kendini avuturcasına..sonra bir kitabın sayfalarında kendinden bir şeyler bulmaya çabalarsın. Zamanın geçmesi için dualar edersin. Hiçbir beklentin de yoktur aslında hep aynı durumla karşı karşıya kalacağını bile bile; bu dünyanın tadı çok acı gelir kendine.
Bir hafta daha geçmiştir ama değişen sadece yaprak sayfalarındaki tarihtir. Yine aynı senaryo mütemadiyen oynar değişmeksizin. Uyumak için can atarsın yapacak bir şeyin yoktur ve öyle bir hal alır ki hayatın ne bir amaç ne bir tutku yaşatır seni. Bir otun bitmesi gibi kimsenin umrunda olmadan tomurcuklaşmışsındır ama bir anlam ifade etmezsin şu hayatta. Okula gidip gelmek de sıradanlaşır bir müddet sonra, bir öğretmen olmak da tat vermez artık insana.
Gün gelir ne kadar da şanslı olduğunu anımsarsın bulunduğun durum itibariyle ancak yine de tatmin olacağın başka şeyler ararsın adrenalinin bile hayal edemediği mutluluklar peşinde koşmak istercesine.
Nereye götürür hayat.. Nasıl yaşanacaktır her şey? Neyi nasıl yaparsam daha iyi olur ya da mutlu olacağım eylemleri mi bulmam gerekir. İnsan bulunduğu yerden tat alabilmesini bilmesi gerekir derler büyüklerimiz. Ancak öyle zamanlar yaşar ki insan yüreğinde hiç bitmeyecekmiş gibi gelen günlerin ardına saklanır bütün mutluluklar. Bugünler bir geçsin daha güzel olacak her şey ifadesindeki gibi yol alır dakikalar.
Bir yalnızlık senfonisindeyim sanki. Gökyüzünden bir yıldız seçtim kendime kara bulutlar da izin vermiyor o yıldızı görmeme. O yıldız benim yıldızım; orada durup benim yalnızlığımı paylaşıyor ya, onunla mutlu oluyorum kendimce. Bir masal anlattım kendime ve o masalda yaşamaya başladım bir umutla; masallar mutlu sonla biter ya, bir umut bekliyorum işte..