Yalan, Kuyruklu Yalan, Bilimsel Yalan
Eğitimli insanların çoğu, bir konuda karar vermek için verilere ve varsa sayılara bakmak ister.
Böyle bir karar vermenin “duygusal” bir yaklaşımdan bizi uzak tutacağına inanır ve bunun o güne kadar almış olduğumuz eğitimin bir ödülü olduğunu düşünürüz.
Şimdi arkanıza yaslanın ve katıldığınız bir toplantıda şu soruyla karşılaştığınızı hayal edin:
Aşağıda sıralanan durumlardan hangisinde olsaydınız bir ilacı beş yıl (veya hayat boyu)her gün içmek isterdiniz?
A) Bu ilaç kalp krizi geçirme riskinizi % 33 oranında azaltacak olursa
B) Bu ilaç kalp krizi geçirme riskinizi % 3 ten %2 ye indirerek % 1 azaltacak olursa
C) Bu ilaç 100 kişiden bir kişiyi kalp krizi geçirme riskinden kurtaracak ancak bunun kim olacağı hiçbir zaman bilinemeyecekse
Kolayca tahmin edebileceğiniz gibi, böyle bir durumda karar vermek zorunda kalan insanların hemen bütününe yakını kalp krizi geçirme ihtimallerini % 33 oranında azaltacak bir ilacı düzenli kullanmak konusunda tereddüt etmiyorlar.
İkinci ihtimalle karşı karşıya kaldıklarında ancak beş ila on kişide bir kişi ilacı almayı düşünebileceğini söylüyor. Ancak C seçeneğinde belirtilen bir durumda düzenli ilaç kullanmayı hemen hiç kimse aklından bile geçirmiyor.
Oysa yukarıda belirtilen seçeneklerin üçü de aynı durumun farklı ifadesidir. Kalp krizi geçirme riskiniz gerçekte % 3 ise ve bunu kullanacağınız ilaçla % 2’ye indirirseniz, riskiniz % 33 ölçüsünde azalmış olur. Çünkü iki, üçten % 33 daha azdır.
Tıpkı gerçek fiyatı 300 TL olan bir ceketin, indirimli fiyatının 200 TL’ ye inmesinin % 33 indirim anlamına gelmesi veya 3 TL lik bir tokanın indirimde 2 TL’ ye satılması gibi.
Yukarıdaki paragrafta yazdıklarımız okuyuculara aşırı basit gelse de, ilaç endüstrisinin hekimlere yaptığı pazarlamada sayılara yüklediği anlamlar çok kere bundan farklı değildir.
Son iki yazımızda konu ettiğimiz “yanıltma” veya“çerçeveleme” (framing) sadece sıradan insanlar için değil, uzmanlar için de geçerli olan bir durumdur. Yukarıdaki anlatılan da bu durumun sıradan örneklerinden biridir.
Bu konunun ilgimi çekmesinin yakın zamandaki sebeplerinden biri, bir süre önce yaptırdığım check up ta kan basıcımın sistolik 12.5 çıkması üzerine, doktorun“Bunu izlememiz gerekir” demesi oldu. “Neyi izleyeceksiniz?” diye sorduğumda benim durumum“prehipertansiyon” olduğunu söyledi.
12.5 sistolik kan basıncını patolojik sınıra sokmak ve kişiyi “prehipertansiyon hastası” olarak tanımlamak ve hayat boyu bir ilaç kullanmaya yöneltmek kolay bir iş değildir.
Ancak bu yaklaşımının ardında, ilaç endüstrisinin, çeşitli teşviklerle yanına aldığı akademisyenlerle uzun yılları içine alan çok yönlü bir mücadelesi bulunmaktadır.
Bu mücadele sonucunda benim check-up sonuçlarımı değerlendiren hekim de büyük bir masumiyet ve inançla hastalarını hayat boyu ilaç almaya yöneltecek tavsiyede bulunmaktadır.
ABD’ deki verilere göre 40 milyondan fazla yüksek tansiyon hastası bulunmaktadır. 55 yaşın üzerinde olan ve yüksek tansiyonu olmayanların % 90 ı da bir gün yüksek tansiyon hastası olacağı hesaplanmaktadır.
Kalp hastalığı uzmanlarına göre tansiyon bir ölçüt ve risk faktörüdür. Bu risk faktörünün koroner kalp hastalığı konusunda; sigara kullanımı, hareketsiz hayat, yüksek kolesterol düzeyi gibi diğer büyük riskler ile birlikte değerlendirilmesi gerekir.
Bunları yapmadan “normal”i temsil eden eşik değeri aşağı çekmek, ABD ölçeğinde 50milyon kişilik yeni bir “müşteri”, pardon tıbbi yardıma ihtiyacı olan “hasta” kitlesi yaratmak anlamına gelmektedir.
Bu kitlenin hayat boyu her gün düzenli ilaç kullanacağı hesaba katılırsa ortaya çıkacak olan pastanın ekonomik boyutu, 50 milyar doları aşan göz kamaştırıcı sayılara ulaşmaktadır.
KAYNAK: Ray Moynihanand Alan Cassels; Selling Sickness: How the World’s Biggest Pharmaceutical Companies Are Turning Us All into Patients, Nation Books NY 2005