Ekim ayı, sonbaharın ortancasıdır. Ilıman bir hava hâkimdi. O yüzden sonbahara yaklaşan aylarda veya sonbaharda gitmek akıllıca bir seçimdi.
Venedik’e ulaşım için su otobüsleri ve su taksilerinden başka bir şey kullanılamıyor. Su otobüsüyle, sokaklarında kaybolmamanın imkânsız olduğu masal şehri Venedik’e ulaştık. Güneş ve sonbahar müthiş bir bütünlük oluşturmuşlardı.
“Merhaba Venedik” dedim. Bu şehrin sürekli konuşan satıcıları var. Gondolları, kuşlarının seninle dostluk kurduğu San Marco Meydanı var. Sokaklarında sadece araba yok.
Ben daima
yaşanmışlıklara hayranlık duyan biriyim,
Venedik’e hayran olmamak elde değil. Hayranlığımı kendim için gerekli olarak değerlendiriyorum. Mutlu oluyorum.
İtalya’da Venedik’te, kültürü, yemekleri ve tarihi dokusuyla görülmesi gereken yerler var.
Venedik’te , San Marco Meydanı ve civarı, Rialto köprüsü ve civarı ile Büyük Kanal manzaralı her yer, turistik bölge.
İnsan neden kanal kanal bir şehir kurar. Dantel gibi işler. Köprü köprü birleştirir. Dolana dolana gezdim Venedik’te. Beni en çok etkileyen “Son Nefes Köprüsü” oldu. Düklük Sarayı ile Yeni Hapishane arasında kapalı olarak inşa edilmiş bir köprü. İsmini, cezaevine giden mahkûmların Venedik'e son kez bakmasından almış. Son kez bakmak, son bakış… İşte böyle bir şey yaşam. Bir kişi son kez bakar, milyonlar son bakışın olduğu yerleri turist olarak gezer.
“Kedilerin, köpeklerin, kuşların barış içinde yaşadığı, 118 kanal 400 köprüye sahip, 120 küsur küçük adacığın birleşmesinden oluşan bir şehir. 365 gün dünyanın her yerinden insanı görebilirsiniz.” dedi, İtalyan rehberimiz Mino. Hepsini gezerek kendimizi helak etmenin bir anlamı yok diye de düşündük. Bu kadar kanal bu kadar köprü o kadar tadilat demektir. Bu kanal ve köprüler sürekli onarım yapılmaktaymış.
Venedik sokaklarında sanki her yer birbirinin aynısı. O sokak bu sokağa bağlanıyor. Kanallar da birbirine bağlanıyor. En göze çarpan yapılar Büyük Kanal ve Rialdo köprüsü. Şu ana kadar gördüğüm en etkileyici şehir diyebilirim. Manzara müthiş. Her şey ateş pahası. Sürekli konuşan satıcılar, pazarlık yapmaya bayılıyorlar.
Sokaklarda rutubeti içimize çekerken gizemli havayla birlikte yol aldık. Başımızı bir sağa bir sola çevirerek şaşkın şaşkın. Güzellikleri karşısında büyülenmenin ne olduğunu anlarsınız. Güzellikleri izlerken kendimizden geçtik, fotoğraf çekmeye odaklandık. Bol bol fotoğraf çeken insanlarla karşılaştık.
Gündüz vakti yeryüzünde metrekareye turist düşen bir şehir denilebilirmiş Venedik için. Ancak güneşin batmasıyla San Marco meydanı dışında kalan yerlere çökermiş bir ıssızlık. Öyle ıssız öyle sessizmiş ki. Akşam tarihin sessizliğine gömülen bu şehir 1600 yıllara geri dönüyormuş sanki.
Gondolda gezenler, evlenenler, San marco meydanında resim yapanlar her noktası kalabalık, dolu dolu. Altın şehir derlermiş bir zamanlarda.
Pizza ve makarna şehri kuşatmış durumda. Venedik oldukça pahalı bir şehir. Bu pahalılık her şeyde olduğu gibi yiyecek-içecekte de kendini gösteriyor. Özellikle San Marco ya da Rialto gibi popüler yerlerde bir şişe suya 2 € isterlerse şaşırmayın.
Girdiğimiz bir lokantanın lavabosunda elimizi yıkamak istedik, musluk başlığı bulamadık. Tuvaletlerde elleriniz köpüklü kalırsa şaşırmayın. Bazı muslukları yerde, ayağınızla basacağınız bir kol vardır. Basınca suyun aktığını göreceksiniz...
Tatlı olarak daha çok tiramisu ve dondurma tüketildiğini söyleyebilirim.
Bir Venedik klasiği olan, siyah beyaz çizgili kazaklı erkeklerin kürek çektiği gondollarla bir tur atın. Gondolculuk, saygın bir meslek ve babadan oğula geçermiş. Her isteyen, gondol alamaz gondolcu olamazmış.
Domuz etini çok seviyorlar. Hiç sevmediğim pizzalarında domuz yağının kokusunu hemen tanırsınız. Makarnalar çeşit çeşit, rengârenk hazırlanmış. Paketler her yerde satışa hazır. Ne taraf dönsen makarna, pizza… Sağa dön pizza, sola dön makarna…
Trafiğe dikkat etmeyin. Çünkü etrafta araba yok.
Dil bilmenize gerek yok. Venediklilerle vücut diliyle anlaşan birçok turist gördüm. Kent değil sanki film paltosu gibi… Müzik Sarayı’na gidemedim. Opera izlemek isterdim. Operanın büyüsünü iki kat artıran, sanatçıların izleyicilerin arasında dolaştığı, mikrofon ve hoparlörün olmadığı akustik ortamda.
Venedik sahilinde satıcılarda siyah beyaz çizgili tişörtler, şemsiyeler, maskeler çeşit çeşit. İtalyanlarda pazarlık payı çok fazla. Çekinmeden pazarlık yapın. Oldukça fiyatları indiriyorlar. Almazsan da ısrarla satmak istiyorlar.
Her yeri tarih kokan bu şehirden, paranız varsa ihtişamlı maskelerden almadan dönmeyin.
Her metrekarede fotoğraflık bir parça bulursunuz. Olur ya yer yön duyunuzu kaybedebilir Kaybolmak bile zevklidir derler ya.
Yine tavsiyeler uyduk gezi rehberin sitelerinde önerilen her şeyi yapmaya çalıştık. Venedik’te gezerken sadece kayıt, fotoğraf almak için çalışmadık. Etrafa doya doya baktım. Suluboya tabloları izler gibi bir şehir.
İtalya yılda 40 milyon turist alıyor, bunun% 90 Venedik ağırlıyormuş. Havası çok nemli olduğu için romatizma ilaçları bedava olan bu şehirde arabalar olmadığı için hamallık en para getiren bir meslek. Araplar, Çinliler ve Arnavutlar çoğunlukta. Yerlileri göçmenler ve turistlerden korumak için sivil polislerin sayısı da çok fazla.
20. yüzyılın en büyük Alman romancısı Thomas Mann’ın aşk ve ölüm simgelerinin temel ögeleri oluşturduğu sinemaya da uyarlanan ölümsüz ” Venedik’te Ölüm” romanını dilimize çeviren Behçet Necatigil’i de anmadan geçemeyeceğim.
Venedik sokaklarında pizza ve makarna yiyen gelin damat görmek sıradan. Dünya evine girecek çiftler, Avrupa’nın en romantik kenti Venedik’te evlenmek moda. Siz yine de bu modaya uymayın. Güzel ülkemin her bir köşesinde rüya gibi bir evliliğe imza atabilirsiniz.
Son öneri eliniz çabuk tutun bu rüya şehir sulara gömülmeden. İşte bu şehir. Islak şehir. Bu gezeğene, bu kadar yakışan, masalsı, fotojenik şehir. Kendimi bir peri masalının içinde bulduğum sokak sokak kanal kanal… Beni benden aldı Venedik.
Ancak kaç günlük tur olursa olursun yetmiyor ne yazık ki. Keşfedilmesi gereken o kadar çok yer var ki...