Ve Başbakan ve Aydınlar ve Ben!
Siyasetçilerle aydınlar, muhalifler arasında her zaman bakış açısı ve buna bağlı olarak dil farklılığı –her ikisinin tabiatı gereğince- kaçınılmaz olsa da, bu çatışık durumu ülkenin ilerlemesi yönünde işlemek oldukça zor ama önemlidir.
Siyasetçilerde söylem daha popülist olmak durumundadır. Halkın önemli kısmının istek ve temennilerine uygun nutuklar atılır, toplumun nabzına göre beyanatlar verilir.
Tabi burada
Dil, retorik, söylem; söz ve laftan farklı olmalı.
Olmalı, zira sizi başkalarından ayrı(calıklı) kılan şey sahip olduğunuz anlayış-dünya görüşü, değerler ve bununla beraber yürüyen beyanınızdır. Bu kural öncelikle aydınlar ve siyasetçiler için hayati bir önem arz eder.
Aydın;
“Ben kimseye bakmam, sözümü söylerim. Zira ben kimseyi hesaba katmam, doğru ve ilerici söylemlere sahibim, çünkü ben aydınım” der ve hakikaten ileri-geri konuşuyorsa bu aydın değil, henüz kendisini bile aydınlatamamış müzmin muhaliftir.
Ama aydın,
Hakikaten kimin gocunacağına bakmadan ileri hedeflerini, istikbal va’d eden düşüncelerini, toplumların esenlikli yarınları için “aydının kuşatıcı anlayışına yakışır şekilde” dile getirmesin çok iyi bilir.
Siyasilere gelince,
Kendilerini seçen halkın seveceği dili-üslubu, jargonu kullanmayı esas alırlar. Bazen hakarete varan üslup halkın büyük beğenisini kazanır. Bu, halkın bilinci, demokratik anlayışı ve uygarlığıyla yakından alakalıdır.
Bizler maalesef hala kırmızı ışıkta geçmeyi büyük marifet, kaldırım kullanmamayı beceri, yere çöp atmayı normal karşılayan bir halkız. Bu sebeple yukarıda zikrettiğim iki uslup-anlayışın çatışık olması söyleyenlerden kaynaklanacağı gibi (popülist olmayı zorunlu! görenlerle, bunu abes karşılayanların konumlarıyla da alakalıdır)
Bizi burada ilgilendiren kısmı, tam da bu alanda ülkemizi yakından ilgilendiren bir süreçle somutlaştıralım.
Son zamanlarda sayın başbakanın sözleri (söylem değil) ile özellikle “TARAF gazetesi cemaati!” arasındaki sertleşme ve restleşmeye varan sözleri yadırgadığımı belirtmek istiyorum.
Ülkenin içinden geçtiği ve hepimiz için hayati önemi haiz süreçte bu çatışma ve kavga sadece statüko yanlılarının işine gelir. Ama şunu da söylemeden geçemeyeceğim;
Statükocuların işine gelir diye her söz ve söylem sineye çekilir diye bir kurala da katılmıyorum. Ancak alacağımız yolun meşakkatli oluşunu göz önünde bulundurarak süreci sürdürebilmek için birbirimize muhtaç olduğumuzu unutmamalıyız.
Mesela Taraf yazarları, manşetleri hakkaniyet adına çok kırıcı olabiliyor, olmalıdır da. Olmalı ki “adaletli olmanın dayanılır ağırlığı” hissedilebilsin. Lakin bu uslubun hakaret, aşağılama türünde olması doğru değil ve olmamalıdır.
Sanırım Taraf gazetesinin son zamanlardaki sertliğinin sebebi gazete ve Ahmet ALTAN’ın öteden beri maruz kaldıkları “iktidar, cemaatin desteğini almış” ithamından, töhmetinden kurtulmak içindir. Eğer sorun bu değilse o zaman agresif ve aydın olmak bu denli hakareti mazur göstermeye yetmeyecektir.
Bir ülkenin başbakanına İŞTE BAŞBAKAN, ALKIŞLIYORUZ, ÖZGÜRLÜKLERİN BAŞBAKANI derken de haklıydı Taraf, PAŞASININ BAŞBAKANI derken de haklıydı. Haklılığı manşetin söz(cük)leri değil, o manşetlerin kullanılacak bir backgrounda sahip olmasıydı.
Taraf ve ALTAN’ın hakikaten doğruyu, hakkaniyeti ve adaleti savunan bir anlayışa sahip olduklarına inanıyorum. Ama bu güzelliklerin savunucularının üsluplarının da bu güzelliğe uygun olması daha çok anlamlı olurdu. Olmadı, şimdiye kadar olmadı.
Peki,
Sayın başbakanın cephesinde neler oldu?
Sayın başbakanı çok iyi tanıyan biri olduğuma kendimi inandırmışım ya, artık her konuda sözlerini tevil ve tefsir hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. Aslında yok öyle bir tanışıklık, ama her nedense bana öyle geliyor!
Evet,
Sayın başbakan kimi zaman, “yok canım öyle demedi” diyebileceğimiz cümleler kuruyor. Gayet iyi niyetle söylenen bir söze tepkileri bazen orantısızlığın zirvesidir. Hakaret içerikli ifadeler de öyle…
Ama ben bu dilden öteye söylemin değişikliğini anlatmak istiyorum.
Öncelikle bilen bilir ki bu yola başlarken haksızlıkla, antidemokratik vesayet rejimiyle mücadelede ölüme dek sayın başbakanla olmak istediğimizi ilan ettik ve halkın adil, eşit, hakkaniyete uygun bir ülkeye kavuşması için her saniyesinde desteğimizi esirgemeyeceğiz de. Ancak yola koyulurkenki hedeflerden şaşmamak üzere.
Eminim sayın başbakanın hedefleri değişmedi, ebedi barışı, hakkaniyeti, adil ve eşitliği esas almaktan vazgeçmemiştir, geçmeyecektir. Ancak bunu daha başka beklentilerin gerisine bırakması, söylem olarak “hedefleriyle” çelişik ve çatışık halde olması yarınlara bakarken daha önceden hedeflenen gelecek uzak görünmektedir.
Tamam,
Lafı dolayladığımın farkındayım ve gereksiz uzun cümleler oluştu. (Olacak tabi, koskoca başbakana ve çok itibarlı bir gazeteye haddim olmayarak “üslup öğretmek” kolay değil)
Sayın başbakanda kalmıştık,
Özellikle son zamanlarda diğer yakın çalışma arkadaşlarının yaptığı açıklamaları da düşündüğümüzde “başbakan makas mı değiştiriyor ne?” sorularını sormadan edemiyoruz. Asıl endişemiz bu. Başbakanın sözlerini İ. N. ŞAHİN’in talihsiz olduğu kadar, amacını aşan, ileri demokrasi hedefleri olan bir hükümet üyesinin beyanat ve fikirlerine uymayan ve de saygıda büyük sorun barındıran açıklamaları ile beraber düşündüğümüzde “n’oluyoruz?” demeden de edemiyoruz.
İ. N. ŞAHİN çıkıp karikatür, yazar, şarkıcıları da terörist kategorisinde değerlendirir ve sizden ses çıkmazsa, ama aynı günlerde Taraf gazetesi ve bazı yazarlar devletin ihmallerini kalın harflerle yazınca bunu “devletin milleti ile arasındaki bağı parçalamak” olarak değerlendirirseniz “fikir suçu!” cezasından yatmış R. T. ERDOĞAN’a uyan bir ifade olmadığını görmek zor değil.
Bir de,
Yanlış bildikleri uygulamalarınıza muhalefet edenlere kendinizi “çek ettirin” diye çıkışıyorsunuz. İyi de hep beraber kendimizi çek ettirmeyi düşünsek ve bu beraber çek etme sonunda daha yararlı sonuçlar elde etsek olmaz mı?
Sakın bana “ben 4 yılda bir halka gidip çek yaptırıyorum” demeyin. Pekâlâ, biliyorsunuz ki size güvenip oy verenlerin her yaptığınızı doğru bulmaları söz konusu olmuyor. Diyeceksiniz ki “demokrasi de böyle”, ama demokraside herkesin –hakaret olmadığı sürece- ifadesine de tahammül vardır, siz bu konuda yeterince tahammüllü olmadığınıza neden inanmıyorsunuz?
Sayın başbakanım,
Uludere’de de sizin güvenliklerinden sorumlu olduğunuz 35 vatandaşınız devletimizin uçaklarından atılan bombalar sonucu vefat etti. Çoğu 13–18 yaşlarında olan bu vatandaşlarınızın ölümü üzerine bizler de sorumluları ağır bir şekilde eleştirdik ve de haklıydık. Ancak siz bu eleştirenlere öfkelenip eleştirileri “farklı amaçlara” matuf kıldınız.
Yapmayın sayın başbakanım, devlet yanlış yapmışsa devletin bu yanlışı doğru olmaz, tam aksi daha büyük bir yanlış olur, devletin büyüklüğüne paralel olarak.
Ama siz ne yaptınız? “Devlete” teşekkür ettiniz…
Kalkmış velev ki hataen, kazaen de olsa 35 vatandaşını uçaklarla bombalayan komutana teşekkür ediyorsunuz. Allah aşkınıza bu teşekkür neyin teşekkürü? Öldürülen vatandaşınızın sayısı 135 değil de 35 olduğu için mi? Yoksa hedefi tam 12’den vurduğu için mi?
Sayın başbakanım,
Sizinle beraber en zor zamanlarda özgürlükleri, demokrasiyi savunan ve bu konuda her bedeli göze almayı kabul eden bir elin parmaklarından biraz fazla aydını neden ve nasıl dışlamayı göze alabiliyorsunuz? Bunların bu ülkede özgürlükler olsun, vesayetler kalksın diye size destek vermelerini unuttuğunuzu kimse bana inandıramaz. Kadir şinaslığınızı az çok biliyorum. O zaman neden bu g/ayrılık?
Bir de size defalarca reva görülen niyet okuma yöntemlerini bu aydın grubuna da sizin reva görmenizin ne kadar yanlış olduğunu hatırlatmamda fayda mülahaza ediyorum. Hani kimsenin “samimiyetini, sorgulamak doğru değildi” ve bu test ancak amel/pratik hayatta gözlemlenebilirdi? Değil mi ki başkaları da bütün iyi niyetimize rağmen bizler için “kötü niyetli, gizli ajanda sahipleri” diyorlar(dı). Şimdi aynı ithamı yapmamız ne kadar hakkaniyete uygun düşer?
Sayın başbakanım,
Bu ülkenin onurlu aydınları, yazarları, kanaat önderleri sizinle daha özgür, daha eşit, daha müreffeh bir ülke için koşmaya devam etmek istiyorlar. Ama siz aralıklarla birilerini “höt”lerseniz korkarım ki git gide devletin dehlizlerinde yetişme çakma aydınlarla yola devam etmek zorunda kalırsınız. Tahminim kurusun ama bu gidişatın ona doğru setrettiğini gözlemliyoruz.
Daha çok özgürlük için, 74 milyonun aynı güzellikleri eşit ve adil paylaşabilmeleri için, ebedi kardeşlik için ölüme dek yanınızdayız, bundan zerre-i miskal kadar endişeniz olmasın. Ama böyle giderse yanınızda sadece ben ve Sümeyye kardeşim kalacağız. Eğer varsın böyle kalsın diyorsanız;
Eyvallah…
Lakin hatırlatmak isterim ki, bu şarkıyı söyleyecek 74 milyonun umudu olmak ve 150 yıllık dertlerine deva olmak için bu yola çıkılmıştı.
Son olarak bana son sözün ne diye sual edecek olursanız derim ki;
YETMEZ AMA EVET!
twitter: @AhmetAY