Vatikan’ın Politik Gıdası: Hınzır
Yaşamı gıdaya bağlı olan canlıların tabiî ihtiyaçlarının en başında, gıda gelir. İlk insandan bu yana sorun olan gıda, aynı zamanda ilk insan Hz Âdem’in, dolayısıyla insanın ilk imtihan aracıdır da.
İnsan hem ilk imtihanını, hem de gıda imtihanını maalesef kaybetmiş. Daha sonra da çok defa gıda ile imtihan edilmiş, hemen her defasında insan, haz ve tamahkârlığına yenik düşerek imtihanı kaybetmiş ve kaybetmeye devam ediyor.
Hemen her dinin yasakladığı bazı gıdalar vardır. Günümüz açısından, bu konuda en ilkesiz olan Hıristiyanlık. Hiç kuşkusuz, ilkesizliğin Hz İsa a.s.’la hiçbir alakası yok. Çünkü, söz konusu olan din, tahrif edilmiş…
Müslüman ve Museviler için domuz, tartışmasız haramların en başında gelir. Oysa bu yasak, 15. yüzyıla kadar Hıristiyanlar için de geçerli idi.
‘Hınzır/domuz’ kelimesi Kur’an Kerim’de; Bakara 173, Maide 3 ve Nahl 115’de haram kılınması ile ilgili üç kez, diğeri ise En'am 145’de, geçmiş bir kavmin Allah’ın lanetine uğrayarak domuz suretine dönüştürülmesinin hatırlatılması şeklinde, bir kez geçer.
İmam Mâlik r.a.’ın nakline göre, Hz. İsa r.a. yolda bir domuza rastlar. Ona: “Selametle yoldan çekil!" der. Yanında bulunanlar: "Bunu şu domuz için mi söylüyorsun?” diye sorarlar. (O ise domuz kelimesini diliyle telaffuz etmekten çekindiğini ifade eder ve “Ben, dilimin, çirkin şeyi söylemeye alışmasından korkuyorum!” cevabını verir. (Muvatta, Kelâm 4, 2-985)
Bir yanda ismini bile ağzına almaktan imtina eden Hz İsa r.a., diğer yanda ise bunu imanî bir meseleye dönüştüren sözde takipçileri.
Yahudilerinde tarihte çoğu kez domuz yasağını ihlal ettiğini, Hadis-i Şeriflerde görmekteyiz. İbn-i Abbas r.a. anlatıyor: “Hz. Peygamber s.a.v.'i Kâbe'nin yanında otururken gördüm. Bir ara başını semaya kaldırarak güldü ve şunu söyledi: "-Allah Yahudilere Lânet etsin, Allah Yahudilere lânet etsin, Allah Yahudilere lânet etsin! Allah onlara (ölmüş hayvanların) iç yağını yasaklamıştı, tutup bunu sattılar ve parasını yediler. Hâlbuki Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasını da haram etti demektir” buyurur. (Ebu Dâvud, Büyû 66-3488)
İspanya’daki Endülüs Emevi İslam Devleti yıkılırken Hıristiyan din adamlarınca, Hıristiyanları domuz yemeyen Yahudi ve Müslümanlardan ayırmak için, Hıristiyanların domuz yemelerini imanî bir mesele, yani imanın belirtisi olarak dayatılır. Bu karar; dinin gerçek realitesine aykırı olarak konan siyasi bir ilke olmanın ötesinde, Müslüman ve Yahudilerin katliama tabi tutulması için de bir gerekçeye dönüştürülür.
Elbette mesele bununla da sınırlı değil. Kilise tıpkı bugün olduğu üzere, gıdayı bir çıkar aracına dönüştürmekten geri durmuyor. 16. yüzyıla kadar keşişler ve rahiplerin kendi bölgesine göre otoritelerini korumak için koydukları yasak veya serbesti, dinî ifadesiyle helalleştirme veya haram kılma, tümüyle politik bir davranıştır.
İslam için haram, Yahudiler içinse serbest bir içecek olan alkol, kilise tarafından üretilen ticari bir ürün. Manastırlarda üretilen bira ve likör çeşitleri ile servetlerine servet, haliyle de şöhretlerine şöhret katar, kilise görevlileri. Hatta keşişler, alkolün tadını gizlemek için, ürünlerine tatlandırıcı ve lezzet artırıcı eklemeyi de ihmal etmezler. Ayrıca kilise, tohum toplar ve satar.
Yine kilise; zeytinin bol olduğu güneylilere tereyağı tüketimini, hayvancılıkla uğraşan kuzeylilere ise zeytinyağı tüketimini yasaklar.
Aziz Paulus ve Aziz Petrus perhizi adıyla, toplumun beslenmesini kontrol eden kilise, yılın 150 gününde birçok gıdayı ve cinsel ilişkiyi yasaklar. Hatta öyle ileri gidilir ki, İngiltere’de Cuma günleri et yemenin cezası idamdır. Kral III. Henry’nin boşanmasına izin vermeyen Vatikan’la bağlarını koparmasıyla, bu faşizan yasakta sona erer.
Bu perhizler ve kilisenin sarsılan otoritesinden sonra ise bu yasaklamadan olsa gerek, batı, aşırı alkol tüketiminin yanı sıra, et oburluk, şiddet, cinsel arsızlık ve ölçüsüzlük tüketimi hastalığına dûçar olmuş, bununla da kalmayarak bunu diğer toplumlara da taşımıştır.
Gıdanın bir endüstri aracına dönüşmesi ve artık yerelde tüketilen bir ürün olmaktan çıkıp, dünyanın her yerinde menşe bilgisi eklenmeksizin satılmaya başlanması ve gıdanın lezzetini artırmak, ömrünü uzatmak gibi birçok amaçla ortaya çıkan katkı maddelerinin de yapay kimyasal ürünler olmasının yanı sıra, dinlerce yasaklanmış ürünlerin de kasten bu ürünlere ekleniyor olması, ekonomik olmasının yanı sıra politik bir karardır.
Dini duyguları ve hassasiyetleri zayıflatılmış toplumları kontrol etmek daha da kolaylaşır. Mütedeyyin kimseler açısından şüpheli hâle getirilmesi veya haramlaştırılması ve hem mütedeyyin insanlar, hem de diğer insanlar açısından sağlık sorunu yaşanması ise, gıdanın tehlikeli bir silaha dönüştürüldüğünün en büyük göstergelerindendir.
Bu durumda gıda tüketilmesi gereken değil, kaçınılması gereken bir endüstriyel metaadır. Gıdasız yaşamayacağımıza göre, hem sağlık hem de inançlar açısından gıdanın, herkes açısından tüketime uygun olmasının sağlanması, devletin temel görevlerinden biridir.
Tüm insanların tükettikleri gıdaların hem sağlıklılığından emin olma, hem de inançları açısından sakıncasız olmasını öğrenebilme hakları var. Ancak günümüzde, Türkiye’de bu konuda ilerleme kaydetmek bir yana, her geçen gün iyice aşındırılması kahredici bir kayıp.
Bugün satın aldığım bir kitapla birlikte, yerli ve ünlü bir markanın “3’ü bir arada” olarak tanıtılan sözde kahvesi geldi. Bu ürünün; bundan 1200 yıl önce bir keçi sürüsünün dikkatli çobanı Etiyopyalı Halid (Müslüman Arap çoban)'ın keşfettiği ürünle, uzaktan yakından bir ilişkisi yok.
Ön yüzünde Ginsengli & Guaramalı, yüzde 20 kafeini artırılmış, üçü bir arada cafe c. yazan ürünün arka yüzünde ise, 3’ü bir arada şekerli beyazlatıcılı çözünebilir kahve karışımı. İçindekiler: Şeker (light türünde ise tatlandırıcı), kahve beyazlatıcısı, glikoz şurubu, Hindistancevizi yağı, spdyum kazeinat, stabilizör (potasyum fosfat, polifosfat) emülgatör (yağ asitleri mono ve digliseritler, yağ asitlerinin mono ve digliseritlerinin sitrik asit esterleri) topraklanmayı önleyici (silikon dioksit), çözünebilir kahve, ginseng ekstraktı (%0,6), guarana ekstraktı (%0,5).
Gerçek kahve ‘arabica’ adlı kahve ağacından üretilir. Şimdi ise, ehli dışında kimsenin ne olduğunu bilmediği yukarıdaki ürünün yanı sıra, genetik yapısı değiştirilmiş ve de hibritleştirilmiş ‘robusta’ (canephora)dan da üretiliyor.
Şimdi aklıma gelen çok soru var ama şimdilik bunları geçeyim, fakat şunları sormadan da geçmek mümkün değil.
Bir: Bu ürün kahve mi değil mi? Kahve ise bu kadar katkı da neyin nesi? İçindekiler helâl mi değil mi?
İki: Bu ürünün, kitap promosyonu yapılmasının amacı ne?
Üç: Bu ürünü içen tüketici, bu kitaptan ne kadar yararlanabilir?
Dört: Bu ürünle, kilisenin eylemleri arasında ne tür bir benzerlik var?
Diğer soruları da lütfen siz sorun!