Türkiye’nin, 1915 hadisesinin 100. yılında küresel çapta büyük bir kıskaca alınacağı belliydi. TBMM Başkanı Cemil Çiçek’e göre, bu hususta yeterince hazırlık yapıl(a)madı.
Dünyanın önemli bir bölümünün devlet olarak tanıdığı tek gizli topluluk olan Vatikan’ın, en az Müslümanlar kadar düşman olarak gördükleri Ermenilere “kucak açarak”, Türkiye’yi itham etmekteki amacı, batı dünyasına “cesur olun” mesajı ve
Batı Hıristiyanlığının en büyük temsilcisi olan Vatikan ile Doğu Hıristiyanlığının mensubu olan Ermeniler arasında dinî bir kardeşliğin tesisi neredeyse imkânsız olmasına karşın, Cizvit Papa tarafından, Türkiye’yi zora sokmak adına, Ermeniler kirli siyasete meze yapılıyor.
Zira sağlam bir ruh, diri bir vicdanı olan kimsenin, içinde on dakika bile kalması imkânsız Vatikan’ın, tüm duvarlarını kan, gözyaşı, zulüm, soykırım ve hırsızlık süslüyor.
Vatikan’ın kirli tarihi ve insanlık haysiyetini yok edici uygulamalarını bilen İtalyanların yüzde 60’dan fazlasının Katolikliği terk edip, ateist olması boşuna mı sanıyorsunuz?
Şeytan’ın bile akıl sır erdiremediği faaliyetlerin yapıldığı Vatikan’da kirlerin ifşa edilmemesi için, kardinalliğe terfi eden bütün mensupları, kilisenin sırlarının ölümüne korunması için yemen ettirilirler. Uymayanı bekleyen akıbeti gayet iyi bildikleri için, hiç kimse konuşamaz.
Ah o duvarların, taşların dilini bilsek de, olup biteni onlardan bir dinlesek…
Ama biz bu vesileyle, detayları üstün körü bilinen bir hatırat üzerinden, Hz İsa (a.s.) ile uzaktan yakından bir ilişkisi bulunmayan Hıristiyanlık ve Hıristiyanların yaptığı soykırımın bir örneğini, Papaz Casas’ın ağzından okuyalım.
Okuyalım ki, Ruslar, İngilizler ve Fransızlar tarafından oyuna getirilip, doğuda komşuları Kürtleri katleden Ermenilerin, yavuz hırsız ev sahibini bastırır türünden hiç söz edilmeyen masallarına karşı birkaç sözümüz olsun.
Gerçi bunun Ermenilerle ne alakası var diyorsanız, Kadir Mısıroğlu’nun yeni çıkan “Ermeni Meselesi ve Zulümler” kitabını okumanızı tavsiye ederiz. Hatta ilk okuması gereken, Selahattin Demirtaş ve avenesi diyeceğim, ama onların akıllarını bastıran kinleri, anlamalarını engeller.
Aslında “Ermeni meselesi” denilen hadise bir cümle ile özetlenecek olsa o da şu olurdu: Kendilerine devlet vaat edilen Ermenilerin, Kürt Müslümanları katletmesi ve bu yüzden tehcire tabi tutulmaları…
Neyse biz konumuza dönelim. Tüccar olan babası ile birlikte, soykırımcı reisi Kristof Kolomp’un ikinci seferinde ona eşlik eden ve gerçek bir soykırıma dair tanıklığını, 1520’lerde kaleme alan Bartolomeo de las Casas’dan okuyacağız.
Yerlilerin Hıristiyanlarca soykırıma uğratılmasının, yok edilişinin kısa tarihi olan “Yerlilerin Gözyaşları” eserini, vicdanı olan birinin sonuna kadar okuyabilmesi mümkün değil. Zira buna ne yürek, ne de vicdan dayanamayacağından, maazallah kalp krizi kaçınılmazlaşır.
De las Casas, “dünya üzerindeki tabiî zenginliklerin, hazır servetlerin ve ucuz emek depolarının yağmalanması süreci, yani sömürgeciliği başlatan Avrupalı” olarak tarif ediyor Kolomp’u.
“Hıristiyanlar kıtaya ayak basmadan önce, 50 milyon yerli nüfus varken, 40 yıl sonra sadece 4 milyon yerli kalmış. Onlarında tamamına yakını köleleştirilmişti.
İşgale direnen Şef Hatuey, diri diri yakıldı. Yerlilerin Romalılar, Asurlular ve Babillilerden daha ileri medeniyetleri ile canları da yok edildi. Koyun kadar uysal yerliler, açlıktan kudurmuş kurtlar gibi Hıristiyanların saldırısına uğradı. Bu bahtsız insanlar eşi benzeri görülmemiş türden işkenceler ve insanlık dışı uygulamalarla yok edildiler.
Batılılar, Hispaniola Adası’na girdiklerinde, burada 3 milyon yerli insan vardır. Birkaç yılda sadece 300 kişi kaldı. Küba Adası, baştan sona insansızlaştırıldı. Tecavüz edilen, köle olarak götürülen, yakılanların sayısını kimse bilemez. Yerliler onlara hizmet ederken bile vahşice soykırıma uğratıldılar.
İşgalciler geldiğinde, yerliler uzaydan geldiğini sandıkları bu kimselere öylesine misafirperver davrandılar ki, buna rağmen o toprakların sahiplerinin, istilacı Avrupalıların gözünde bir hayvan pisliği kadar kıymeti yoktu.
Batılı vampirler, gencecik bakireler arasından seçtiği güzel kızları bir tekneye doldurup, başka diyarlara götürüp yüksek bedellere sattılar. Tecavüze uğrayan zavallı kızlar, en aşağılık işlerde kullanıldılar.
Bir Hıristiyan, güzel genç bir kıza tecavüz etmek istedi. Annesi buna engel olmak isteyince, alçak adam bu kadının ellerini kesti. Kız bu vahşiye teslim olmayınca katledildi.
İki üç yaşına gelmiş bir çocuk bile köle olarak alınıp satıldı. Masum yerlilere, kılıçların gölgesinde dağlanarak köle damgası vuruldu.
Batılılar burada öylesine vahşice günahlar işlediler ki, yağmalamak, katletmek ve tecavüz etmekten başka hiçbir şey düşünmediler…”
Daha pek çok yürek dağlayan hadise anlatan Bartolomeo de las Casas, “Yapılan bütün savaşlarda Hıristiyanlar haksız, yerliler ise haklıydı. Yerliler medeni, Hıristiyan soykırımcılar ise vahşiydi” diyor.