Vatan Yahşi
Ben fukarayı cahilim ne politikadan anlarım ne siyasetten. Lakin bir an gelir bunların hiçbirini anlamadan, önemsemeden en büyük fikir sahibi olurum. Bu fikir ne mi? Vatan elbet… İşte o an ne tende can düşünürüm, ne de damarda kan. Vatan uğruna akmayan gözyaşını, akmayan kanı, çırpınmayan yüreği neyleyim ki?
Gönlü vatan olanın kalp ağrısı diner mi hiç?
Bir sıcak yaz leylisinde gökyüzünde yıldızlar dua ile hakka şebname yazdı. İşte o sükût yoksunu gecenin duasına ortak olduk gözyaşımızla. Ne çetin şeymiş o anı yaşamak. Namerdin gazaplı elinde en sevdiğin… Bin yıl boyunca ölüp ölüp dirilmek ve yeniden ölmek bu olmalı…
Istırabın tarifi nasıldır acep?
Gönlü talan olan gecenin, kara gözlerinden ateş yağıyordu. Bir ana “Yapmayın” diyordu. Ya düşmansız bir savaşta göğsünü siper ederek şühedaya yükselenleri hangi kalemle arşa yazmalı…
Selanın hüzünlü sedası kederli vaktin sözcüsüydü sanki. Annem bir balkona koşuyordu, bir televizyon olan odaya. Önce dua ediyordu, sonra yetmiyordu dua. Namaza duruyordu hızlıca. Avuçları dolu yakarış, yüzü sicim gibi yaş. Teselli sözlerimizin hükümsüz kaldığı o anda, Devlet televizyonunda sunucunun titreyen sesi ve korkulu bakışlarıyla okuduğu metnin son sözleri… Ve annemin iki eliyle dizlerine vurarak ağlayışı… Hepimizde tuhaf bir suskunluk…
İki askeri darbenin tanığı olan annemi o an en iyi ben anlıyordum. Eylül darbesinde on altı yaşındaydım. Her şeyi idrak edemesem de, şahit olduklarım vardı. Koşup giden yıllara rağmen hiç birinin aklımdan silinmediğini anladım.
“Anne sakin ol, elbet devletimiz bununda altından kalkacaktır.” desem de ne çare? Ne gözünden akan yaş dindi ne de gönlündeki acı. “Siz nereden bileceksiniz ki? İnşallah hiçbir zamanda öğrenmezsiniz. Birinciyi yaşadığımda köydeydim. O zaman öyle radyo televizyonda yoktu. Köyde biri şehre gidecek de bize haber getirecekti. Herkes yine fakirliğin geleceğini, yine demokrat cızlavet yerine çarık giyeceğimizi, yine arpa ekmeyi yiyerek ağzımızın yara olacağını, yine lambalara gaz yağı bulamayacağımızı, buğday ve arpalarımızın elimizden alınacağını ve dahi birçok şey söylerlerdi. Korkardık. Sonra aradan hayli zaman geçti yine köyde olduğum bir zamanda eylül fırtınasına tutulduk. Bu sefer derdimiz arpa, buğday değildi. Birçok insanımızın yağlı kendirlerde sallandırıldığı, suçsuzla suçlunun ayrılamadığı harman yerine dönmüştü memleket. Gencecik fidanlar ya urganlarda sallanıyor ya da hapishanelere dolduruluyordu. Nice gidip gelmeyenler oldu. O türküler boşuna mı yakıldı sanıyorsunuz? O şiirleri yazanlar neler yaşadı ki yazdılar düşünmediniz mi hiç? “
Hem ağlıyor hem anlatıyordu annem “Bir gece yarısı caminin minaresinden bağırdılar sokağa çıkma yasağı var. O zaman sala okunsaydı acaba onca canın ölümü durumuydu bilmiyorum. Ama şimdi yüreğim yanıyor. Allah zalimlere ecir etsin. Allah hayınların tuzaklarını bozsun. Bu vatanin bağrını yaralayanların bağırları taş olsun.” Hepimiz susmuş annemin yazmasının ucuyla sildiği gözlerinden gözlerimizi kaçırarak için için kahroluyorduk.
Ne kadar zaman geçti bilmiyorum başındaki yazmasını düzelterek ayağa kalktı, “Kalkın” dedi. “Gözünüzü ne diktiniz televizyona vatan elden gidiyor. Beni o meydanlara götürün.
”Vatan yahşi
Giymeye keten yahşi
Gezmeye garip eller
Ölmeye vatan yahşi. ”
Işığın en güzel hali karanlıkta görülür ya işte o karanlık anlarda annemin bu yüreği milyonlarca asil, vefakâr, cefakâr, emektar milletin sinesinde dövündü. Ve ben o karanlıktaki ışığın annemin çırpınışında nasıl güneş olup parladığını görüm. Çünkü doğru, eğri ile güreş tutmaz ki yenilsin.
Evveli yıllardan seslenen büyük şair “BU VATAN KİMİN” diye haykırdığında;
Bu vatan toprağın kara bağrında sıra dağlar gibi duranlarındır;
Bir tarih boyunca onun uğrunda kendini tarihe verenlerindir.” diye hakiki cevabı kendisi vermedi mi?
Güzel yurdumun üstünde yaşayanlardan çok, altında toprağa omuz vermiş şüheda nüfusu var. Hangi namert bu kutsal yurda ihanet etti de yüzü güldü. Tarihi ayna edip, dönüp bakmalı her yana. Nerde bir yangın varsa düşünmeli nedenini. Yanlışın esiri olanlar doğruyu bulabilirler mi hiç? Kararmış kalplerin gıdası ihanettir doymaz onlar hiçbir vakit. Düşünmezler mi hiç toplumları zulmete salanların bay olduğu nerede görülmüştür diye.
Vatan uğruna ölümü kendisine ödül sayan bir millet korkar mı hiç toptan tüfekten. Bunları hiddetle yazarken aklıma dünyanın ve de içimizdeki hainlerin ne kadar cahil olduklarını fark ediyorum. Bizi bilselerdi ezelden beri kalkışmazlardı birçok şeye.
Âşık Şeref Taşlıova kırk yıl öncesinden nice gönüllere tercüman olmuş;
VATAN DERİM BAYRAK DERİM YURT DERİM
Sevgimi sorana cevabım şudur;
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
İnsanda en büyük varlık da budur,
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
Ya Rabbi vatansız eyleme beni!
Bayraksız neyleyim canı bedeni,
Derlerse kim için verirsin canı?
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
Gökte güneş doğup batan zamanı,
Uyanan zamanı, yatan zamanı,
Kalbimin her bir an atış zamanı,
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
Bunlara bağlıdır devletim varım,
Aklım, nefesim, aklım kararım,
Her üçü de benim sevgili yârim,
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
Ebedi sönmeyen ocağım olan,
Kahraman orduma sancağım olan,
Üstünde hayatım, durağım olan,
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
Şeref’ i sorarsan işte ben buyum,
Türk doğdum, Türklüktür ecdadım soyum,
Boynumu vursalar değişmez huyum,
Vatan derim bayrak derim yurt derim.
Şeref TAŞLIOVA 1976/ Konya Âşıklar bayramında birincilik ödülü alan şiiri.
27.07.2016/ANKARA