Van Can’dır -II-
Van Erciş’te yeni kurulan çadırları ziyaret ettik. Tedirgin bakışlar, hala başlarına geleni anlamaya çalışan derin dalışların sonrası iç çekmeler…
Havva teyzeye sordum;
Xaltikamin, tu çawayi?/Nasılsın teyzeciğim?
Gözler dolu ve derin dalışlarda, kendine geldikten sonra;
- Keşke bilsek nasıl olduğumu, ölseydim de görmeyeydim bu hali…
Bu hal gerçekten de dayanılır gibi değildi. Teyze, daha önce de 2 büyük deprem yaşadığını ama bu sefer ki depremin çok şiddetli olduğunu gözleri dolu dolu anlattı.
Gördüğümüz ve “işte insanlık” dediğimiz en güzel şey STK’ların çok organize çalışmalarıydı. Durmak bilmeyen ekipler erzak, giyim, battaniye ve ihtiyaç tespiti çalışmalarını sürdürüyorlardı.
Yardım kuruluşları tespitlerini merkezlerine bildiriyor, merkez de anında stoklarını ve yeni alacakları eşyalarını Van’a Erciş’e gönderiyorlar.
Şu konuyu açıklamasam vicdanım rahat etmeyecek;
Depremin bütün acısını iliklerinde his eden halk birileri tarafından manipüle edilmek isteniyordu.
Tamam, anlıyorum, depremzedelerin her türlü ihtiyaçları süratle karşılanmalı, eksiklikler bir an önce giderilmeli. Ama daha 3. günde her şeyin karşılanması mümkün olmuyor ki. Aslında bunda ilk iki günkü şaşkınlığın rolü vardı. İlin yöneticileri de ciddi bir travma yaşamış olmalıdırlar ki Sayın başbakanın da daha sonra itiraf ettiği gibi bir şeyler kötü gitmişti.
Neticede yaşadıkları felaketin oluşturduğu hassasiyetten dolayı çabuk incinen depremzedeleri, birileri de manipüle edince ilk üç gün zaman zaman arzu edilmeyen durumlarla karşılaşılabiliyordu.
Van’a geliyoruz, birbirine bakıp tanımayan yüzler gibi Vanlılar. Yaşadıkları felaketin etkisinden kurtulamamış. Yanımdaki arkadaşlar oradaki tanıdıklara Van’a gideceğimizi haber vermişler ki Vanlı kardeşlerimiz o halleriyle sofra kurmuşlar, bal, çökelek ve çay hazırlamışlardı.
Sordum;
Bizi ne ile imtihan ettiğinizin farkında mısınız? Millet burada yiyecek bir şey bulamazken bize bu ikramlar… Yemeyeceğimizi anladılar ki sofrada kuru ekmek ve çay dışındakiler toplatıldı.
Van çok hasar görmemiş olsa da halkta ciddi endişe hâkimdi. Zira artçı depremlerin olması halinde hangi evlerin yıkılacağı konusunda bir garantileri yoktu. Bu sebeple yarınlarda nasıl artçıların olacağının korkusuyla evlerine yanaşmaktan imtina ediyorlardı.
Bir başka konu da gelen yardımların depolara doldurulduğu haberinin asparagas rivayetlerle halkta oluşturduğu huzursuzluktu. Hayır, gelen yardımların depolara doldurulduğu doğru ama, “yandaşlarına dağıtıyorlar” yaygarasının doğru olma ihtimali konusunda çok da emin değildim.
“Bize gelen yardımlara ihtiyacımız var, depolarda bekletilmenin ne gereği var” diyorlardı. Elbette ki o durumu yaşayan mağdurlara tespit çalışması yapılmalı diyemezsiniz.
Bir mağdurun “ne tespiti? İşte halimiz ortada” dediğini duyduğumuzda hak vermemek de mümkün olmuyor.
O günlerde,
“Çadır ihtiyacımız karşılansın yeter” diyenlere hak vermemek en büyük haksızlık değil mi? Gerçekten de çok onurlu bir duruş sergileyen Vanlılar bu ihtiyaçlarını dile getirirken ne kadar haklı olduklarını ancak görenler bilir.
Şimdi depremde yakınlarını kaybedenlerin nasıl çırpındıklarını anlatarak yazıya son vereyim.
Bütün çalışmalara rağmen ulaşılamayanlar için çaresiz bekleyiş sizi dünyanın en mutsuz ve en çaresiz kişisi haline getiriyor. Bir umut, bir ses, bir mesaj bekleyen o kadar çok kişi var ki.
Aradan 3 koca gün geçmiş ve hala ulaşılamamış yakınlarını bekleyenlerin yerinde kim olmak ister ki?
Söylenecek tek şey kalıyor geriye;
Ey merhametlilerin en merhametlisi, sen kalanlara sabır ver ve yakınlarını bekleyenleri sonsuz merhametinle sevindir.
Van’ı kendi haline bırakıp sıcak yuvanıza dönüş yolu da ayrı bir çile ve farklı bir dilemma.
Rabbim her şey sana ayan, lütfen…