Üzülmek İyidir…
İnsan bir duygu varlığı... Duygularımızla ancak insan olmanın derinliklerine ulaşabiliyoruz. Hiçbir duygu da bize acı çekelim, üzülelim diye verilmedi. Yaşamımda kendi yaşadığım yas sürecinden geçerken, hepimize “şifa olsun” diye duygularımı paylaştığım bir süreçte, üzüntü duygusuysa hemhal olmadayım şimdilerde.
İnsan olarak bazen öyle şeylere üzülüyor, öyle şeylere ağlıyoruz ki yaşadığımız olaylar, bizi hiçbir yere taşımıyor, acı vermekten başka... Ve bir gün gerçekten üzülmeyi hak eden bir durum yaşadığımızda, üzüntümüzü anlamlandırabildiğimizde, üzüntüyle yenileniyoruz. Üzüntüyle iyileşiyoruz belki de…
İlk evimi aldığımda, evin camları için yaptırdığım tül perdelerin tamamı -yanlış ölçü alındığı için- camdan beş santim kısa kesilmişti. Eve geldiğimde tüm pencerelerden dışarısının da görüldüğü o beş santimlik fark için döktüğüm gözyaşlarının hesabını nasıl veririm bilemiyorum. Günlerce üzülmüştüm. Uzun olsa bir şeyler yapılabilir ama kısa kesildiği için bir şey yapılamadı. Her gördüğümde üzüldüm.
İlk kitap taslağımın tüm metninin silinmesiyle yaşadığım üzüntü, kafesten kaçan kuşuma döktüğüm gözyaşlarım, geçen sene köpeğin boğarak öldürdüğü tavşanım... Çocukluğumun camisinin yıkılması, çocukluğumun insanlarını bir bir kaybedişim, her geçen gün beni bilen, çocukluğumu bilen, bana dair, çocukluğuma dair anları benimle paylaşan insanların birer birer azalması ve en son olarak en büyük parçalarımdan biri olan babamın buralardan ayrılışı, hepsi birer üzüntü...
Bazısı küçük, bazısı büyük ama yaşanırken hepsi kalbin en derin yerinden geçiyor… Ve yaşattıklarıyla hep aynı şeyleri işaret ediyorlar. Üzüntüleri yaşayıp, üzüntünün getirdiği armağanları almadan göçüp gidersek buralardan çok şey kaybedeceğiz sanırım.
Şimdi düşünüyorum da insan nelere nelere üzülüp kahroluyor. Galiba üzüntünün altında her şeyin gelip geçici olduğunu unutmamız var. Bu dünyayı “kalacağımız yer” olarak kodlamışız zihnimizde. Kendimizi de “ev sahibi” görüyoruz. Ve tüm çabamız bir şeyleri oldurmaya, zevk ve beğenilerimize göre sabitlemeye çalışmakla sınırlı. Oysa bu mantık bize üzüntü üretmekten başka bir işe yaramıyor. Ne dünya daimi evimiz, ne de biz bu dünyada ev sahibiyiz. Ne gelen gitmekten kurtulabiliyor bu dünyadan, ne de giden dönüyor bu dünyaya.
Ve tüm üzüntülerimizin kaynağı da “kayıp” olarak kodladıklarımızdan kaynaklanıyor. Bir şeye ne kadar değer veriyorsak, gitmesiyle beraber yaşadığımız acı ve üzüntü duygusu da o denli yoğun oluyor.
Değer vermeseydik eğer dünyaya, hayatın bitmesi de üzüntü uyandırmazdı. Dünya değerli olmasaydı gözümüzde ve üzülmeseydik, kaybettiklerimize yeniden kavuşmaya duyduğumuz istek de olmazdı. Öteleri arzulamazdık. O halde üzüntü duygusu bize acı vermek için değil, asıl olana yüzümüzü döndürmek ve geçmeyeni istemek için verilmiş olabilir mi?
İnsanoğlu biyolojik olarak dünyaya geldiği ilk andan itibaren bağlanmaya eğilimlidir ve sevdiklerinden, bağlandıklarından vazgeçmeye hiç bir zaman hazır değildir.
Sevdiğimiz bir eşyayı kaybettiğimizde, bir insandan ayrı düştüğümüzde, gençlikten yaşlılığa geçtiğimizde, verdiğimiz değer oranında yaşadığımız üzüntünün yoğunluğu da değişiyor.
Eğer üzülsek ve ifade edemesek, o zaman da kendimize acımaya başlıyoruz bir süre sonra. Bir karamsarlık, bir umutsuzluk kısır döngüsünde yalnızlığa bırakıyoruz kendimizi.
Bazen de üzüntüsünden her şeyi bir şikâyet vesilesi yapan insanlar oluveriyoruz. Üzüntü bizi iyileştireceğine, daha fazla hasta ediyor...
Mutluluk ne kadar sahiciyse, üzüntü de o kadar sahici ve yaşamın içinde... Eğer üzüntümüz karamsarlığa ve çaresizliğe dönüşmemişse mutlaka iyileşeceksiniz/iyileşeceğim.
Üzüntü sevileni istemek için, geçmişteki fark edilemeyen güzellikleri fark edebilmek için, yaşamı tamamlamak içindir. Evde oturup içe dönüp kendine acımak ve algı çarpıtmaları içinde kaybolup gitmek için değil!
Üzüntüyle beraber gelen diğer bir duygu şefkattir. Üzüntüyü bilenlerin diğer insanlara söyleyecekleri çok şey olduğunu düşünüyorum. Üzüntünün içinden geçenlerin, üzüntüyü doğru okuyabilenlerin kâinatın içindeki her şeye yakınlaştığını ve daha anlayışlı insanlara dönüştüklerini görmekte ve idrak etmekteyim.
Üzüntüyle duanın birleşmesi, hüzünle insanın kalbinin iyileşmesi mümkün sanırım. Üzüntüyle beraber hayatın gerçeğine yakınlaşıyoruz, yaşamın değerini idrak ediyoruz. Sonuç olarak acı gibi, üzüntüde iyidir ve adam eder insanı.