Üzgünüm…
Çünkü; yol yakınken uzatanların devrindeyim.
Birileri kendi ‘ölümleri’ yaklaşıyor diye üzülüyorken ben, birilerinin daha öleceğine üzülüyorum.
Üzüldüğüme şaşırmayın!
Çünkü birileri barış yaklaşıyor diye üzülüyorken ben, barıştan uzaklaşılıyor diye üzülmekteyim.
Ve birileri hala o yol ayırımına bile varamamışken, yol ayırımından çoktan ayrılmışım ben.
Üzgünüm!
Çünkü bir şeyler değil tek bir şey dahi yetiyorken, bu kadar dolambaçlı yolları öne süren bir devirde yaşamaktayım.
Üzgünüm!
Çünkü yine suçu zamanda arama, ona suçu yükleme acizliğine varıyor tüm frekanslarım.
“Oysa zaman konuşacak olsa”, ya zamanın da dili olsaydı?
Üzgünüm!
Bir barış umudu daha tükendi. Ve onu tüketen bizim dilimizdi zamanın değil!
Sakın üzülme, bu da geçer ama gelir yenisi demeyin! Çünkü yok olan, kırılan bir bez bebek değil, can bebek. Ve o gidince fabrikadan yenisini yollayamıyorlar savaş isteyen patronlar.
Üzgünüm!
'Herşeyi senin için var ettim' diyen bir Rabbin, niçin yok ettiniz ve yok edenlere niçin engel olmadınız sorusuna verecek bir cevabım olmadığı için.
Kardeşlerin arasını düzeltin’ emrine karşın, düşman olamayan hangi kardeşler kaldı tesbit edin, onları da düşman etmedikçe rahat olamayız dusturunu ila etmek için çaba sarfedenlerin kaim olduğu bir devirde yaşadığımdan ötürü üzgünüm. Barış için sunulan gerekçeler savunulması gerekirken, savaşın idamesinin haklılığı için sunulan gerekçeler savunuluyor diye üzgünüm.
Barışı tam olarak ifade edemedim, tanıtamadım hiçbir zaman, hep yanlış anlaşıldım savaş mimarlarınca. Ve savaş çok iyi pazarlandı âleme üzgünüm…
Çünkü savaş yeni pazarlar demekti, yeni kuyular ve yeni ceset torbaları!
Ya barış?
Üzgünüm Rabbim! En büyük üzüntüm de sana karşı. Çünkü benim için, bizim için yarattığın dünyada; onurlu bir barışı onursuz bir savaşa kurban ettik hep birlikte.
Ve üzüntüden ziyade elimden bir şey gelmediği için de üzgünüm.
Bakmayın siz yaşadığıma; eceli beklemekteyim sadece, kurumuş yaprak misali dalımda. Öyle kolay değil, her ne kadar savaşanlar kaim ise de dünyada, son ana kadar vazgeçmeyeceğim barıştan...
Ne dev umutsuzluk salan savaşlar gördüm barışla sonuçlanan. Bunun da barışla taçlanacağı umudunu yitirmedim amma göremeyeceğim korkusunu yaşattığınız için üzgünüm.
Şayet yaşamaksa bu, böylesi bir yaşamı yaşamanıza azıcık da olsa, dahlim olduğu için üzgünüm.
La tehzen! Üzülme, emrini yeterince yaşatamadığım için de üzgünüm.
İlk defa meleklerin haklı çıktığına üzülüyorum. Hani Sen meleklere; 'Ben yeryüzünde düzeni kurmaya, ilâhi hükümleri icraya, yeryüzünü imâra yetkililer hazırlayıp yerleştireceğim' demiştin. Melekler de: 'Orada bozgunculuk yapacak, karışıklık çıkaracak, kan dökecek birilerini mi yerleştireceksin? Oysa biz sana hamdederek zikrediyor, seni tesbih ve takdis ediyoruz.' demişlerdi.
Evet, Rabbim, bugünlerde melekeleri haklı çıkardığımız için üzgünüm.
Artık yastıklar, anaların geceleri intihar eden gözyaşlarını saklayamıyor.
Her nerede olursa olsun, birilerini ümütsizliğe vasıl edecek kadar ümit kırıcı olmuşsam, onun için de üzgünüm.
“La taknetu” emri gereğince “Ümit kesmeyin” dusturuna sığınıyor ve sizden sadece iki şey istiyorum, çok mu?
Üzme, üzülme!
Bu iki isteğimi yerine getirmeniz çok mu zor? Savaştan da mı zor?
Peki, ben kim miyim? Söylerdim adımı fakat yalnızca adımı bilmekle beni tanıyamazsınız, bir de hikâyem var. Beni tanıyabilmeniz için, adımla beraber onu da bilmeniz gerekir.
Ancak biliyorum ki savaştığınız için hikâye dinlemeye vaktiniz yok!
(M. Burhan HEDBİ)