Uyusun da Büyüsün Türkiyem..
Herkeste bir "Büyük Türkiye" hayali, söylemi var. Sebeplerimiz de hazır; nüfus, ekonomik rakamlar, üniversite sayısı, okuma yazma oranı v.s.. Evet, bunlar ölçek ve imkan olarak bir yerden bir yere gelmeyi ifade eder ama büyük sayılmak için yeterli mi, nasıl büyük olunur veya olunmaz, bir bakalım:
Malumdur, anneler çocuklarını "uyusunda büyüsün, ninni..." sözleriyle ve temennisiyle uyutur. Gün gelir çocuk büyür; ben diyeyim otuz, siz deyin kırk yıl.. Geleceğin müstakbel büyük adamı olan çocuk, bu süreçte eğer uyumanın dışında sağlıklı beslenme, eğitim, ahlak, kişilik gelişimi gibi temel unsurlardan yeterince nasibini alamamışsa, evet belki bedenen gelişip büyümüş gürbüz biri olur ama ona büyük adam denmez.
Herhalde Osmanlı sadece topraklarının genişliğinden dolayı büyük devlet olarak anılmıyor. Onu büyük yapan kurduğu devlet düzeni, adalet anlayışı; çevreye, kurda-kuşa, eşyaya bakışı; insana, ilme, irfana, sanata yaklaşımı ve buna benzer halleridir.
Büyük devlet ve onu teşkil eden halk, küçük hesaplar yapmaz ama hesabını bilir. Büyük devlet ve onu teşkil eden halk işini iyi yapar. Burası önemli; "işini iyi yapar"; yapmayan, istismar eden için de gereğini yapar. Eyyamcılıkla, baştansavmacılıkla, hile-hurda yaparak üç kuruş fazla kazanmaya tevessül eden ve buna meydan verenlerle büyük devlet olunduğu nerde görülmüş! Bunun sonu olsa olsa "büyük hüsran" olur.
İlişikteki fotoğrafa bir bakın lütfen!. Bu gördüğünüz, İstanbul'un Anadolu yakasında bir metrobüs durağına erişim için yapılmış üst geçidin beton zemin kaplamasıdır. Topu topu dört yıllık bir geçmişi olmasına rağmen târumâr olmuş. Üzerinden tanklar, paletli-zırhlı araçlar geçmiyor, tonlarca yüke maruz kalmıyor; sadece insan geçiyor ve ayakkabı tabanları da ya kösele ya da kauçuktur. Buyurun size işini iyi yapma anlayışı!..
Bir bakışta etrafınızda onlarcasını görebileceğiniz bu pespayelikler, müteahhidi, kontrol teşkilatları, işvereni, devleti ve mevzuatı ile ne yazık ki bizim eserimiz. Bir de bunun üstüne "Büyük Türkiye" türküsü söylemiyor muyuz; gel de inan!
Burada bir şeyi daha söylemezsem eksik kalır. Şimdilerde gündemdeki sıcaklığını kaybetti ama mahalli seçimler arefesinde çokça dillendirilen bir "proje" vardı: kentsel dönüşüm. Her duyduğumda gülesim geliyordu. Zira ilgili zevatın göğsünü gere gere dillendirdiği bu kentsel dönüşüm meselesi bana göre bir proje değil olsa olsa bir "itiraf"dır. "Ey halkım! Biz vaktiyle kafamızı çalıştırıp, işimizi iyi yapıp da size asırlara meydan okuyacak binalar yaptıramadık. Şimdi -bir süreliğine de olsa- yerinizden yurdunuzdan etme pahasına bunları yıkıp yeniden yapacağız!!!" itirafının siyasi dile tercümesidir. Kim anladı?! Kim utandı?! Kim ders çıkardı?! Kim sorguladı?!
Arkadaş, okyanus tabanında beton dökülüp kaynak yapılan, denizin ortasında kazıklar üstüne havaalanları inşa edilen bir devirde bu kazıkları kim kime atıyor dersiniz?! Şimdi isterseniz; Osmanlı'nın niçin büyük olduğunu, şu kadar yüzyıl geçmesine rağmen Süleymaniye'de, Selimiye'de ibadet edilirken niçin 'üstümüze çöker mi' endişesi yaşanmadığını bir kere daha düşünelim. Sinan eseri taşköprülere bakarken, iki yüzyıl sonraki nesillere ulaşmak üzere bizim hangi eserimizi nasıl ayakta tutmayı öngördüğümüzü de ayrıca düşünelim derim. Osmanlı armasını profil resmi yapmakla olmuyor bu işler..
Biz öteden beri, fotoğrafta bir örneği görülen densizliklere ya gözümüzü kapatıyoruz ya önemsemiyoruz; ki bu kayıtsızlığımız dahi, herşeye ne kadar sığ ve yüzeysel baktığımızın alametidir. Evet, belki birçoğu küçük şeylerdir ama gerçekte hal-i pürmelalimizi anlatan ve zihin kodlarımızı "şak!" diye ortaya çıkaran belirtilerdir bunlar. Eğer bunlara hala gözümüzü kapatırsak, şimdiye kadar olduğu üzere uyumayı tercih edersek, hiç şüphem yok ki Büyük Türkiye'yi hedeflediğimiz noktaya vardığımızda istediğimiz elimize geçmese bile bir bardak soğuk su mutlaka bulunur..
Okuyanlar hatırlayacaktır; "Kaldırım Yapmayı Bilmeyen..." başlıklı yazım ilk yazılarımdan biriydi. Belediye Başkanlığı yarışı devam ederken "küçük" konulara ilgililerin dikkatini çekmek istemiştim. Ömrümüz bu ayıpları görüp konuşmakla geçti. Yahu at değil deve değil; alt tarafı, işinizi iyi yapacaksınız, su-i istimale meydan vermeyeceksiniz, ehliyeti-liyakati olmayandan uzak duracaksınız. Hepsi bu.. Sinan gibi yüzyıllar sonra bile hayırla yâdedilmek varken aksini yapıp ayıplanarak anılmaya değer mi?!
Devletiyle milletiyle her anlamda hakedilmiş, içi dolu, gerçekten "Büyük" Türkiye'yi görebilecek miyiz yoksa kendini kandırmakla meşgul insanların yaşadığı, uyudukça büyüdüğünü zanneden apalak topalak, "Tombul bir Türkiye"miz mi olacak, ben de merak ediyorum.