Üretim Sorunları…
Ekonomik sorunlarımızın çözümü verimli ve vergili bir ekonomi olabilmekten geçer.
Bugün Türkiye’de üretimin en önemli özelliklerinden biri yoksullaştıran bir üretim olmasıdır.Yoksullaştıran üretim demek; hem çalışanların, hem işverenin, hem de devletin eskiye göre reel anlamda daha az kazanması demektir.
Rakamlara bakarsak;
-TÜİK verilerine göre; sanayide reel ücretler 2008 3. Çeyrekten 2009 3. Çeyreğe yüzde 7 oranında azalmıştır.
-İhraç ürünlerinde fiyatlar yüzde 6 düşmüştür.
-2009’da turist sayısı 1 milyon artarken, turizm geliri 1 milyar dolar gerilemiştir.
-2009 milli geliri 607 milyar dolara indi. 2008’de 730 milyar dolar idi.
İşte bu tip üretime fakirleştiren üretim diyebiliriz.
Bir bütün olarak toplumun tamamı olmasa da büyük çoğunluğu kaybetmiştir.
Bu durumdan sermaye birikimi çıkmaz.
Düşük ücretle, düşük kar oranıyla bir üretim(birikim) modelidir bunun adı.
Birikim olmadıkça da genişletilmiş yeniden üretim olmaz.
Anadolu’da buna “sap var dane yok” derler.
Peki, çözüm ne?
Çözümün altyapısı; yüksek verimlilik artışıdır.
Yüksek verimlilik artışı adil bölüştürülürse reel ücret ve karlar da artar.
Ücret ve karlar yeni yatırımları, tasarrufları ve tüketimi arttırır.
Tüketim üretimi kamçılar.
Üretim arttıkça gelir artar. Gelir arttıkça da yeniden sermaye birikir ve talep artar.
Talep üretime ve tüketime yöneldikçe de yeni yatırımlar ve istihdam artar.
Yatırım ve üretken istihdam arttıkça da yeniden üretim artacaktır.
Böylece azgelişmiş ülkelerin yoksulluk-işsizlik-düşük gelir ve refah kısır döngüsü yüksek verimlilik denilen dengeli, uzlaşmacı, toplumcu bir ekonomi-politik araçla kırılmış olacaktır.
Bu araç bir sınıftan alıp diğerine vermeyi gerektirmez. Bu yüzden barışçıldır, uzlaşmacıdır.
Toplumsal anlamda işbirliğini getirir, böylece kesimler ve kurumlar arasında eşgüdümü ve yakınlaşmayı da sağlar.
Kullanılmayan veya eksik kullanılan kaynakları harekete geçirir.
Mevcut kaynakları da daha doğru değerlendirerek daha üretken bir toplum ve ülke olabilmemizin yollarını açar.
Üretimin elbette tek sorunu sermaye birikimi değildir. Mevcut entelektüel sermayemizi de, yani bilgi-hüner-deneyim-beyin gücü olarak en doğru biçimde değerlendirmek zorundayız.
Sermaye dediğimiz şey eninde sonunda “cisimleşmiş emek” tir. Emek dediğimiz de yine son çözümlemede “beşeri sermaye”dir.
O halde üretimi konuşurken ille de “emek-sermaye” gibi ayrımlarla değil, bir bütün olarak insani duyarlıkla üretim ve bölüşüm mantığı içinden yaklaşabiliriz.
Böyle yaklaşınca benim, derin ekonomi, derin analiz veya diyalektik ekonomi diye adlandırdığım yaklaşıma ulaşmış oluruz.
Bu yaklaşım esasında hayatın ve toplumun özüdür. En temelidir.
İşte ülkemiz sorunlarına böyle bir yaklaşımla çare aramaya başladığımızda çözümün ilk ışıklarını görmüş olabileceğiz.
Üretim ve bölüşüm sorunlarından başlayarak diğer ekonomi politik sorunları tartışmaya devam etmek heyecanıyla…
Değerli Hocam;
Şubat 26th, 2010 at 13:54üretim ve bölüşüme çok güzel bir yaklaşım getirmişsiniz. Haklısınız sermaye cisimleşmiş emektir. Ancak beşeri sermayenin iyi yetiştirilmiş, vasıflaştırılmış olması ve vasıflarına uygun yerlerde değerlendirilmesi gerekir ki üretim ve bölüşüm etkin sağlanabilsin. Oysaki ülkemizde gerekli insanlar gerektiği yerlerde bulunmamaktadır. Yani beşeri sermaye etkin kullanılmamaktır. Ayrıca yüksek verimlilik artışının belirttiğiniz gibi adil bölüştürülmesi gerekir ki reel ücreti ve karları artırabilsin.Ancak bu şartta memleketimizde uygulanmamaktadır. Diyalektik ekonominin işlerliğini kazanabilmesi için öncelikle eğitim başta olmak üzere her alanda adaletin sağlanması gereklidir ki kesin başarı sağlanabilsin.
Saygılarımla....