Unutulmuş Sahici Mutluluklar
Son günlerde yazılarıyla tanıştığım bir yazar Nazlı Özburun. Ve belki de klasik bir cümle olacak ama “ben olsaydım ancak bu kadar yazardım veya aynen benim hissettiklerimi kalemiyle kâğıdına yansıtmış, aynı düşünceleri paylaşmışız” dediğim birisi Nazlı Özburun. Bu yazısı da benim hissettiklerimi ve düşündüklerimi yansıtan bir yazı olmuş. Güzellikleri ve iyi olan şeyleri paylaşmak gerek diye düşündüm. Belki onun gibi, benim gibi, bizim gibi, belki de birlikte aynı düşünceleri paylaşanlar vardır ve “benim gibi aynı şeyleri düşünenler demek varmış” diyenler olabileceğini düşündüğüm bu yazıyı paylaşmak istedim. Yazı “kaymak tadında şanti” başlığını taşıyor. Ne iyi etmişte yazmış yüreğine kalemine sağlık Nazlı Hanım. Bu tür yazılarla ve bu tür yapıcı eleştirel paylaşımlarla inşallah daha güzel günlere yol alacağımızı düşünerek yazıyı paylaşıyorum.
Gerçek limon tadında limonata, portakal tadında sakız, süt tadında süttozu, sinema tadında DVD keyfi ve sonunda kaymak tadında ama kaymak olmayan bir şey... Bu reklamı görünce içimde bir yer sızladı. Artık bir şeyin gerçeğini bulmak imkânsız oldu. Kanlıca’ da yoğurdu marketten kutuyla almak zorundasınız. Kaymağı evde süttozundan yapmak...
Sadece yediğimiz içtiğimiz şeyler gerçeğinin kopyaları değiller. İnsanlarla kurduğumuz, kendimizle kurduğumuz ilişkiler de gerçek değiller. Görünüşü kurtarabiliyoruz. Ama kalbimizi inandırmaktan uzağız. Sahte bir dünya kurduk, kendimize sonrada sahte olduğunu unutup gerçek olduğuna inanmaya başladık…
Kalabalıklar içindeki yalnızlığımız bu tadında ama aynı olmayan tavırlarımızın bir sonucu değil mi? “Slm” diyoruz selam tadında. “Nbr” diyoruz halini sormak, halleşmek için. “By” diyoruz ayrılırken veda tadında oluyor ama tadı aynı olmuyor. Havadan öpücük gönderiyoruz. Ama sarılmak gibi olmuyor. Mesaj atıyoruz ama konuşmak gibi olmuyor. Sesimizi duyuramıyor, kendimizi avutamıyoruz.
Sahtelikler ve sunilikler dünyasında “sahici” olmaya çalışmak ve kendimizle karşılaşmak, tembelliğe alışmış bünyelerimize zor geliyor. Yoğurdu mayalamanın zor gelmesi, taze kaymağı muhafaza etmenin zahmetli olması, limon sıkarak limonata yapmanın uzun sürmesi gibi…
Daha kısa yoldan, daha kolay olanı tercih etmek, insana ve varlığa “özensiz” davranmayı doğuruyor. Sağlıklı ve gürbüz insanların dünyasında yaşarken, hasta ve yaşlı olanlara ayıracak vakit kalmıyor. Zaman ayırıp ziyaret etmek yüz yüze halleşmek varken, mesajla geçiştirerek her gün biraz daha uzaklaşıyoruz birbirimizden. İnsan özgü hallerden.
Sallama çaylarımızı bireysel kupalarımızda sallarken, kişisel netbooklarımızda profillerimize yapılan yorumlarla kendimizi kutsayarak vakit öldürüyoruz. Arkadaşlık tadında sanal arkadaşlarla yaşarken, arkadaşlığın “iyi günde, kötü günde” olan desteğini vermeye de, yeri geldiğinde beklemeye de eriniyoruz.
Annelerimiz yalancı emziklerle büyüttüğü için mi bilmiyorum ama yalancı emziklerle yaşamaya devam ediyoruz. Biraz hüzünlensek hemen bir yalancı emzik buluveriyoruz kendimize. Bu kimisi için dizi izlemek, kimisi için araba kullanmak, kimisi için dolaptan atıştırmak, kimisi için zaman öldürmek olabiliyor... Amaç hep aynı: yalancı emzikle avunmak...
Kaymak tadında şantiyi evde yapılmamış ekmek kadayıfının yanına koyup, poşetten çıkardığımız tek kişilik çayımızla beraber, tek kişilik yalnızlığımızda, tatsız-tuzsuz hayatımızı ekmek kadayıfıyla tatlandırmaya çalışarak kendimizi kandırıyoruz!
“Çözüm ne olmalı?” diye soruyorsanız eğer, “Çözüm çok açık aslında!” diyebilirim. Nasihat ederek yazmak âdetim değildir. Ben yanlışın altını elimden geldiğince çizerim. Doğruyu zaten biliyorsunuz. Herkes biliyor. Doğru olan bizim içimizde, bizimle birlikte bu dünyaya geldi. Sadece unuttuk doğrunun ne olduğunu. Şimdi uyanma ve hatırlama zamanı.
Sahte olan her şeye “karşı durma” ve düşünme zamanı... Belki biraz daha fazla yorulacağız.
Fakat tadı kaçmış yaşantımıza suni tatlandırıcılarla ve sentetik olanla değil, gerçek tatlarla dönmek için… Hayatı verildiği gibi kabul etmek, sanal dünyanın önümüze koyduğu gibi kabul etmemek. Bencil dünyalarımızdan başımızı kaldırıp “Diğeri için ne yapabilirim?” diye sormaya başlayarak, insan tadında insan olmak için...
Bencilliğimiz, tembelliğimiz, kolaya kaçışımız bizi sahte ilişkilere yönlendiriyor. İnsan görünümünde ama insan olamayan, sentetik duygusuz varlıklara dönüşüyoruz.
Kaymak tadında bir yaşam için, içtenlikle erinmeden üşenmeden gerçek ilişkilerle hayata bağlanarak yaşamak lazım. Sadece kendi isteklerimizi yaparak mutlu olacağımızı sanıyorsak yanılıyoruz. İnsan, insanla teselli olur. İnsana yaklaşmak, kendimize yaklaşmaktır; O’na yaklaşmaktır.”